ALLAH’IN DETAY
SANATI
HARUN YAHYA
(ADNAN OKTAR)
Bu kitapta kullanılan ayetler,
Ali Bulaç'ın hazırladığı
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe
Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
Birinci baskı: Ocak 2006
İkinci baskı: Eylül 2006
Üçüncü baskı: Şubat 2011
ARAŞTIRMA
YAYINCILIK
Kayışdağı Mah. Değirmen Sokak
No: 3 Ataşehir - İstanbul
Tel: (0 216) 660 00 59
Baskı: Seçil Ofset
100. Yıl Mahallesi
MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No: 77
Bağcılar-İstanbul
Tel: (0 212) 629 06 15
www.harunyahya.org
www.harunyahya.net
www.harunyahya.tv
İÇİNDEKİLER
Giriş
Muhteşem Bir Yaratılış Harikası:
DNA
Mükemmel Koruyucu: Atmosfer
Yaşamsal Tüm
Faaliyetlere Vesile Olan Bir Detay:
Enzimler
Allah'ın Bir Sinekte
Yarattığı Mükemmel Detay:
Petek Gözler
İnsana Ait Müthiş Bir
Detay: Koku Alma Mucizesi
Vücuttaki Kusursuz Uyarı
Sinyalleri
Üstün Özelliklere Sahip
Bir Canlı: Keser Balığı
Bize Daima Geri Dönen Su
Taklit Edilemeyen En
Üstün Sistemlerden Biri: Fotosentez
Bal Arılarındaki
Üstün Yetenek ve Mimari Harikası Petekler
Yetenekli Karaciğer Hücreleri
Gözle Görülmeyen
Hücrenin İçinde Önemli Bir Detay: Genler
Okyanusun
Derinliklerinde Yaşayan Bir Detay: Amfobid
Allah'ın Detayda Yarattığı Bir
Mucize: Moleküller
Yaratılışın
Kanıtlarından Biri Olan En Büyük Patlama:
Big Bang
Tüm Canlılarda Allah'ın Üstün
Sanatı Hakimdir
Mucizevi Şekilde Yenilenen Beden
Uzaydaki Olağanüstü Detaylar
Beyindeki Muhteşem
Sinir Ağı Allah'ın Eşsiz Bir Eseridir
Saniyede 500 Kere
Çırpılan Kanatlar
Kokuyu Algılayan Mükemmel Sistem
Bakterilerin Sahip Olduğu Üstün
Detaylar
Yerde ve Gökte Hakim Olan
Güzellikler
Muhteşem Bir Detay: Karıncadaki
Sinir Sistemi
Yaşamın Varlığının
Sebebi Olan Detaylardan Biri:
Dünya'nın Büyüklüğü
Hayranlık Uyandırıcı
İnsan Gözündeki Mükemmel Detaylar
Beyindeki Üstün Nitelikli Sinir
Hücreleri
Tüm Varlıkların Yapı
Taşı Olan Mucizevi Bir Detay: Atom
Yeryüzündeki Bitki
Çeşitliliğinin Sebebi Olan
Mucizevi Bir Detay:
Tohum
Elektriği
Hissedebilen Canlılardaki Göz Alıcı Detaylar
Vücudun Denetimine
Vesile Olan Önemli Bir Detay:
Hipofiz Bezi
Kar Üstünde Yaşayan
Kutup Ayılarını Soğuktan Koruyan
Mükemmel Detay
Bir Çift Gözdeki Üstün Detaylar
Tat Alma Hücrelerindeki Üstün
Detay
Sahip Olduğumuz En
Büyük Nimetlerden Biri: Su
İnsan Beyni ve Sahip Olduğu Üstün
Enerji
Atomdaki Hayranlık Uyandırıcı
Detay
Muhteşem Isı Reseptörlerini
Kullanan Sivrisinekler
Üstün Hafızasıyla Fındıkkıran
Kuşu
Bize Nimet Olarak
Verilmiş Hayranlık Uyandırıcı Bir Detay:
Deri
Hücrenin İçindeki En Temel Detay:
Protein
Kusursuz Arıtma Sistemi:
Böbrekler
Buzun Altında Yaşama Olanak Veren
Üstün Detay
Vücuttaki Özel Temizleme Birimi
Kusursuz Bir Haberleşme Ağı:
Beyin
Beyaz Köpek Balıklarının
Gözlerindeki Üstün Detay
Tek Bir Hücredeki Kusursuz Sistem
Birbirine Mesaj İleten
Hücrelerdeki Mükemmel Detay
Eşsiz Bir Mucize: Kristal Kar
Taneleri
Sonuç
Darwinizm'in Çöküşü
YAZAR VE ESERLERİ HAKKINDA
Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan
Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da
tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü.
1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser
hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını,
iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık
bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktadır.
Harun Yahya'nın eserleri yaklaşık 40.000 resmin
yer aldığı toplam 55.000 sayfalık bir külliyattır ve bu külliyat 63 farklı dile
çevrilmiştir.
Yazarın müstear ismi, inkarcı düşünceye karşı
mücadele eden iki peygamberin hatıralarına hürmeten, isimlerini yad etmek için
Harun ve Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar tarafından kitapların
kapağında Resulullah (sav)'in mührünün kullanılmış olmasının sembolik anlamı
ise, kitapların içeriği ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son
kitabı ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmasını
remzetmektedir. Yazar da, yayınladığı tüm çalışmalarında, Kuran'ı ve Resulullah
(sav)'in sünnetini kendine rehber edinmiştir. Bu suretle, inkarcı düşünce
sistemlerinin tüm temel iddialarını tek tek çürütmeyi ve dine karşı yöneltilen
itirazları tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi
hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan Resulullah'ın mührü,
bu son sözü söyleme niyetinin bir duası olarak kullanılmıştır.
Yazarın tüm çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın
tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları Allah'ın varlığı, birliği ve
ahiret gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye sevk etmek ve inkarcı
sistemlerin çürük temellerini ve sapkın uygulamalarını gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'nın eserleri Hindistan'dan
Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, İspanya'dan
Brezilya'ya, Malezya'dan İtalya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar
dünyanın daha pek çok ülkesinde beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca,
Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça,
Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, Sırpça, Bulgarca, Çince,
Kishwahili (Tanzanya'da kullanılıyor), Hausa (Afrika'da yaygın olarak
kullanılıyor), Dhivehi (Maldivler'de kullanılıyor), Danimarkaca ve İsveçce gibi
pek çok dile çevrilen eserler, yurt dışında geniş bir okuyucu kitlesi
tarafından takip edilmektedir.
Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir
toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine, pek çoğunun da imanında
derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan, inceleyen her kişi, bu
eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve samimi üslubun, akılcı ve ilmi
yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice
verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri taşımaktadır. Bu eserleri
okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düşünen insanların, artık materyalist
felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve felsefelerin hiçbirini samimi
olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan sonra savunsalar da ancak
duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri dayanakları çürütülmüştür.
Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya Külliyatı karşısında fikren mağlup
olmuşlardır.
Kuşkusuz bu özellikler, Kuran'ın hikmet ve anlatım
çarpıcılığından kaynaklanmaktadır. Yazarın kendisi bu eserlerden dolayı bir
övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine vesile olmaya niyet
etmiştir. Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında herhangi bir maddi
kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda,
insanların görmediklerini görmelerini sağlayan, hidayetlerine vesile olan bu
eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli bir hizmet olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Bu değerli eserleri tanıtmak yerine, insanların
zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa meydana getiren, kuşku ve tereddütleri
dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmadığı genel tecrübe
ile sabit olan kitapları yaymak ise, emek ve zaman kaybına neden olacaktır.
İmanı kurtarma amacından ziyade, yazarının edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde
bu etkinin elde edilemeyeceği açıktır. Bu konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun
Yahya'nın eserlerinin tek amacının dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak
olduğunu, bu hizmetteki etki, başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü
okuyucuların genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve
karmaşaların, Müslümanların çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizliğin
fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise, dinsizliğin fikren mağlup
edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran ahlakının, insanların
kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır. Dünyanın günden güne daha
fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve kargaşa ortamı dikkate
alındığında bu hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili bir biçimde yapılması
gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmiş olan Harun
Yahya Külliyatı, Allah'ın izniyle, 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da
tarif edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa
taşımaya bir vesile olacaktır.
OKUYUCUYA
• Bu kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim
teorisinin çöküşüne özel bir yer ayrılmasının nedeni, bu teorinin her türlü din
aleyhtarı felsefenin temelini oluşturmasıdır. Yaratılışı ve dolayısıyla Allah'ın
varlığını inkar eden Darwinizm, 150 yıldır pek çok insanın imanını kaybetmesine
ya da kuşkuya düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu teorinin bir aldatmaca
olduğunu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin
tüm insanlarımıza ulaştırılabilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucularımız belki
tek bir kitabımızı okuma imkanı bulabilir. Bu nedenle her kitabımızda bu konuya
özet de olsa bir bölüm ayrılması uygun görülmüştür.
• Belirtilmesi
gereken bir diğer husus, bu kitapların içeriği ile ilgilidir. Yazarın tüm
kitaplarında imani konular Kuran ayetleri doğrultusunda anlatılmakta, insanlar
Allah'ın ayetlerini öğrenmeye ve yaşamaya davet edilmektedirler. Allah'ın
ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyanın aklında hiçbir şüphe veya soru işareti
bırakmayacak şekilde açıklanmaktadır.
• Bu anlatım
sırasında kullanılan samimi, sade ve akıcı üslup ise kitapların yediden yetmişe
herkes tarafından rahatça anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu etkili ve yalın
anlatım sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine
tam olarak uymaktadır. Dini reddetme konusunda kesin bir tavır sergileyen
insanlar dahi, bu kitaplarda anlatılan gerçeklerden etkilenmekte ve
anlatılanların doğruluğunu inkar edememektedirler.
• Bu kitap ve
yazarın diğer eserleri, okuyucular tarafından bizzat okunabileceği gibi,
karşılıklı bir sohbet ortamı şeklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade
etmek isteyen bir grup okuyucunun kitapları birarada okumaları, konuyla ilgili
kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmaları açısından yararlı
olacaktır.
• Bunun
yanında, sadece Allah rızası için yazılmış olan bu kitapların tanınmasına ve
okunmasına katkıda bulunmak da büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü yazarın tüm
kitaplarında ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini
anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitapların diğer insanlar
tarafından da okunmasının teşvik edilmesidir.
• Kitapların
arkasına yazarın diğer eserlerinin tanıtımlarının eklenmesinin ise önemli
sebepleri vardır. Bu sayede kitabı eline alan kişi, yukarıda söz ettiğimiz
özellikleri taşıyan ve okumaktan hoşlandığını umduğumuz bu kitapla aynı
vasıflara sahip daha birçok eser olduğunu görecektir. İmani ve siyasi konularda
yararlanabileceği zengin bir kaynak birikiminin bulunduğuna şahit olacaktır.
• Bu
eserlerde, diğer bazı eserlerde görülen, yazarın şahsi kanaatlerine, şüpheli
kaynaklara dayalı izahlara, mukaddesata karşı gereken adaba ve saygıya dikkat
etmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, şüpheci ve ye'se sürükleyen
anlatımlara rastlayamazsınız.
GİRİŞ
İnsan, sadece bir kaç dakika
için üzerinde yaşadığı dünyayı ve kendisine yaşam veren şeyleri dikkatlice
düşündüğünde hayrete düşecektir. Devasa büyüklükte galaksiler barındıran bir
boşlukta, uçsuz bucaksız büyüklükteki galaksilerden birinin içinde bulunan,
yaşam için özel olarak var edilmiş bir gezegen üzerinde yaşamaktadır. Bu
gezegen, yani Dünya, uçsuz bucaksız boşluğun içinde hiç durmadan dönmekte,
evrendeki milyarlarca yıldızdan sadece biri olan Güneş yine aynı boşluk içinde
yeryüzüne ışınlar yollamakta, bu ışınlar sayesinde Dünya ısınmakta, besin
döngüsü, su döngüsü, azot döngüsü gerçekleşmekte, insan; hayvan, bitki ve
mikroorganizmalarla birlikte kendisine sağlanan sayısız sebep vesilesiyle
yaşayabilmektedir. Milyonlarca, milyarlarca detay bir araya getirilmiş, en
güzel ve en kusursuz şekli ile insana sunulmuştur. Kimisi insanın yaşaması için
gereken ihtiyaçları karşılarken, kimisi de bir güzellik, bir nimet olarak ona
ikram edilmiştir. Bu detayların her biri bir sanattır, bir yaratılış
harikasıdır. Bazen bu detaylar o kadar hayatidir ki, olmamaları durumunda yaşam
durur, Dünya ölü bir gezegen halini alır. İnsanın ise, bunların çok büyük bir
bölümünü değil yoktan var etmeye, benzerlerini bile yapmaya gücü yetmez.
Allah insana yaşamı boyunca
nimetler sunar. İnsan, her an kopyalanan DNA'sı, her an aldığı nefes, her an
atan kalbi, her nefeste soluduğu oksijen, her an dönen Dünya, her an hareket
eden atomlar ve daha sayısız detay sayesinde yaşayabilmektedir. Çeşit çeşit
yiyecekler, Dünya'ya "renk" getiren güneş ışınları, fotosentez yapan
bitkiler, gökten inen su, bitkilere besin sunan mikroorganizmalar, denizler ve
daha sayısız nimet bu dünyada yaşamın devamlılığına vesile olur. Dünya'nın
konumu, Güneş'in, Ay'ın varlığı, bunların Dünya'ya uzaklıkları, Samanyolu
galaksisi içindeki yerleri, büyüklükleri, eğimleri, yörüngeleri, içerdikleri
tüm gazlar, moleküller, atomlar, insanın var olmasına uygun özel koşullarla
yaratılmışlardır. İnsan, hayatta kalabilmesini sağlayacak sayısız nimetle
birlikte kusursuz bir şekilde yaratıldığını düşünmelidir ve bunların tümü,
kendisine önemli bir gerçeğin hatırlatıcılarındandır:
İnsanı yoktan yaratmış olan
Allah'tır. Onu ve onun etrafını saran tüm güzellikleri, farkında olduğu veya
olmadığı tüm nimetleri, bu nimetlerin en küçüğünü ve en büyüğünü sürekli olarak
yaratan ve bunların her birinde hayranlık uyandırıcı detaylar var eden Yüce
Allah'tır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır. Allah, sonsuz aklı ile insanların
kavrayamadıkları, henüz detaylarını keşfedemedikleri sistemler yaratmış, her
detayın içinde Kendi Yüceliğini ve kudretini gösteren daha da ince güzellikler
var etmiştir. Yoktan var eden, her şeyi dilediği gibi takdir eden ve onları her
an dilediği gibi yaratmaya kadir olan Yüce Allah için kuşkusuz bu son derece
kolaydır. Allah dilerse, elbette bunların tümünü giderip yok edebilir. İnsana
düşen, kendisine karşılıksız sunulan bu nimetlere şükretmek, Allah'a muhtaç
olduğunu bilmek ve yalnızca O'na yönelmektir.
Elinizdeki bu kitap,
Allah'ın ayetlerde bildirdiği bu önemli gerçeği hatırlatmak için yazılmıştır.
Göklerde ve
yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir.
Göklerin ve
yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, herşeye güç yetirendir.
O,
Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. Gökleri ve yeri
altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı,
gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir,
Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 1-4)
Muhteşem Bir Yaratılış Harikası:
DNA
Ortalama 100 trilyon hücreye
sahibiz. Sahip olduğumuz her hücrede birer tane DNA molekülü vardır. Bunlardan
"sadece bir tanesinin" içinde 3 milyar farklı konuda bilgi bulunur.
Bu bilgiler toplam 1 milyon sayfalık bir seri kitap oluşturabilirler. 1 milyon
sayfalık kitap yaklaşık 1000 cilttir. Bu 1000 ciltlik eserin sayfalarını yan
yana uzatabilsek, uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanabilir. Bu 1000
ciltlik eser 24 saat hiç durmadan okunacak olsa, eserin tamamlanması 100 yıl
sürer. Bu muazzam bilgi, tek bir tırnağımızda, saçımızın tek bir telinde veya
kolumuzun üzerindeki herhangi bir tüyde bulunan "tek bir DNA"ya
aittir.
1000 ciltlik bir kütüphane,
nasıl gözle göremediğimiz tek bir tüycüğün içinde saklanmış olabilir? Nasıl o
tüycüğü meydana getiren tüm hücrelerde ayrı ayrı paketlenebilir, nasıl bizleri
oluşturan "tüm diğer hücrelerin" içine sığdırılmış olabilir? Tek
başımıza taşımamız mümkün olmayan 1000 kitaba sığacak bilgi, nasıl 100 trilyon
kere bedenimize yerleştirilmiştir? Bunu insan istese, kendi kendine başarabilir
mi? Bunu başarabilecek herhangi bir teknoloji var mıdır? Bu muazzam bilginin
tesadüf eseri hücrelerin içine yerleşmiş olması mümkün müdür?
Ne rastgele olayların, ne
insanın, ne de teknolojinin, bu hayranlık uyandırıcı eseri meydana getirecek
gücü olmadığı açıktır. Bu, bilimsel olarak da delillendirilmiş bir gerçektir.
Bedenimizde taşıdığımız bu hayranlık uyandıcı eser, herşeyi dilediği gibi
yapmaya gücü yeten Allah'a aittir.
Şüphesiz
Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan
dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya
şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3)
Mükemmel Koruyucu:
Atmosfer
Bir canlının Dünya üzerinde
yaşayabilmesi için Güneş'e belirli bir uzaklık, belirli aralıklarda ısı,
karbon, ozon ve su döngüsü, mikroorganizmaların açığa çıkardığı mineraller,
fotosentez, Dünya'nın özel eğimi, yerçekimi kuvveti, atom parçalarını bir arada
tutan kuvvetler ve bunun gibi pek çok önemli detay gereklidir. Yeryüzü, bu
şartların tümünü bir arada tutacak şekilde korunmuştur. Bu mucizevi gezegeni
saran ve tüm bu dengeleri koruyan atmosferi ortadan kaldırsanız, yaşam sona
erer.
İnsanların Dünya üzerinde
yaşamasını sağlayan belli bir ısı ve ışık aralığı vardır. Uzaydaki kavurucu
sıcaklıklar, dondurucu soğuklar, öldürücü ışınlar arasından atmosfer bize
sadece bizi yaşatacak olan miktarları ulaştırır. Güneş'te meydana gelen tek bir
patlamanın açığa çıkardığı enerji oldukça büyüktür. Tek bir patlama,
Hiroşima'ya atılanın benzeri olan 100 milyar ton atom bombasının gücüne
eşittir. Bu yakıcı etki de atmosfer aracılığıyla Dünya'ya en ideal şekliyle
ulaşmaktadır. Eğer Dünya yüzeyine, şu an yeryüzüne ulaşandan biraz daha fazla
miktarda kızıl ve mor ötesi ışın, gama ve mikro dalga ışın ulaşsa, tüm canlılar
yok olacaklardır.
Yeryüzü milyonlarca yıldır aynı korunmuş tavan ile korunmaktadır. Milyonlarca yıldır, aynı ışınlar yeryüzüne ulaşmakta ve yaşama olanak vermektedir. Bir gün atmosfer, kendi işlevini yerine getiremese, Dünya için, onun yerini tutacak başka bir koruyucu tavan oluşturmak mümkün müdür? İnsanı, hızla kendisine ulaşan öldürücü ışınlardan ve kavurucu sıcaktan koruyacak bir yöntem var mıdır? Kuşkusuz böyle bir şeye ne insanın gücü yetebilir ne de buna güç yetirebilecek bir teknoloji vardır. Böyle bir durum karşısında, tesadüfler sonucu yeni bir atmosfer oluşmasını beklemek mantıklı mıdır?
Yeryüzü milyonlarca yıldır aynı korunmuş tavan ile korunmaktadır. Milyonlarca yıldır, aynı ışınlar yeryüzüne ulaşmakta ve yaşama olanak vermektedir. Bir gün atmosfer, kendi işlevini yerine getiremese, Dünya için, onun yerini tutacak başka bir koruyucu tavan oluşturmak mümkün müdür? İnsanı, hızla kendisine ulaşan öldürücü ışınlardan ve kavurucu sıcaktan koruyacak bir yöntem var mıdır? Kuşkusuz böyle bir şeye ne insanın gücü yetebilir ne de buna güç yetirebilecek bir teknoloji vardır. Böyle bir durum karşısında, tesadüfler sonucu yeni bir atmosfer oluşmasını beklemek mantıklı mıdır?
Elbette bu son derece
mantıksızdır. Bu kusursuz eserin kör tesadüflerle oluşmasına akıl ve irade
sahibi hiçbir insan elbette ihtimal vermeyecektir. Kaldı ki böyle bir bekleme
süresi de olmayacak, yaşam daha ilk anda sona erecektir. Atmosferin bu mükemmel
yapısı, her an, her hadisede büyüklüğünü gösteren, kuvvet sahibi, Yüce Allah'ın
muhteşem bir sanatıdır.
Yeryüzünde,
onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye geniş
yollar açtık. Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden
yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 31-32)
Yaşamsal Tüm Faaliyetlere Vesile Olan Bir Detay:
Enzimler
Tek bir cümleyi okumak
sadece birkaç saniye sürer. Oysa insan vücudundaki enzimlerden sadece bir
tanesi görevini yapmasa, bu cümleyi okumak 1500 yıl sürecektir. Enzimler,
hücreleri hareketlendirip reaksiyonları başlatmak ve hızlandırmakla
görevlidirler. Bir enzim bir reaksiyonu 1010 defa yani 10 milyar
kere hızlandırabilir. Eğer enzimler kendi görevlerini yerine getirmeseler, siz
bu cümleyi okuyana kadar sizi yaşatan pek çok reaksiyon da devreye girmeyi
bekleyecek ve birbirinden habersiz ve hareketsiz hücreler teker teker ölmeye
başlayacaktır. Ve bu cümleyi bitirmeye ömrünüz yetmeyecektir.
Hücre içinde reaksiyonların
tümü enzimler tarafından gerçekleştirilir. Eğer bir insanın bedenindeki
enzimler bir anda görevlerini yapmamaya başlarlarsa, onları tekrar eşzamanlı ve
hızlı bir şekilde harekete geçirebilmek çok zordur. Günümüzde gelişmiş tıp
bilgisine ve üstün teknolojiye rağmen, 100 trilyon hücreye ulaşabilecek enzim
sisteminin benzerini meydana getirmek mümkün olmamıştır. Evrimciler böyle üstün
bir mekanizmanın tesadüflerle oluştuğunu iddia ederler. Oysa insan, tüm bilgi
ve imkanlarına rağmen, sahip olduğu mevcut sistemi kopyalayıp onun bir
benzerini üretme konusunda çaresizdir. Enzimler kadar hızlı reaksiyonlar
gerçekleştiren tek bir model bile meydana getirmeyi başaramamıştır. Bu gerçek
gösterir ki, bedenin içinde tüm kimyasal reaksiyonları başlatacak ve
hızlandıracak, üretim, kontrol, kopyalama gibi sayısız hayati işlemi hatasız
yerine getirecek bu mucize proteinlerin şuursuz olaylar sonucunda, kendi
kendilerine meydana gelmiş olmaları imkansızdır.
Bu durumda üzerinde
düşünülmesi gereken, bütün kainatın ve onun içindeki tüm detayların sahibinin,
insanı ve insan bedenindeki enzimleri de yaratanın Allah olduğu gerçeğidir.
Görmüyor musunuz ki,
şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli
sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen)
İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve
aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. (Lokman
Suresi, 20)
Allah'ın Bir Sinekte Yarattığı
Mükemmel Detay:
Petek Gözler
Sinek, saniyede 500 kere
çırptığı kanatları ve müthiş uçma yeteneği ile bir yaratılış harikasıdır. Onu
önemli kılan bir diğer özelliği ise, müthiş komplekslikte binlerce merceği olan
gözleridir. Bir sinek, başının sağ ve sol taraflarında 4000'er ayrı bölme
bulunan, toplam 8000 bölmeli petek gözlere sahiptir. Bu 8000 bölmenin her
birinde, görüntüyü farklı açılardan gören birer mercek vardır. Sinek bir çiçeğe
baktığında çiçeğin tüm görüntüsü, sineğin sahip olduğu 8000 ayrı mercekte ayrı
ayrı belirir. Sineğin beynine ulaşan bu farklı görüntüler, bir yap-boz
oyunundaki parçaların birleşmesi gibi birleşirler. Bu binlerce farklı parçanın
birleşmesi sonucunda ise sinek için anlamlı bir çiçek görüntüsü oluşur. 1
Sinek son derece küçük bir
canlıdır. Gözlerinde binlerce mercek bulunması, gördüklerini anlamlı hale
getirecek bir beyin sistemine sahip olması olağanüstü bir durumdur. Bizler
ancak bu canlıyı incelediğimizde bu bilgiye sahip oluruz. Oysa yeryüzündeki tüm
sinekler, yaratıldıkları ilk andan itibaren bu mükemmel yapıya sahiptirler.
Çünkü onlar da, yeryüzündeki canlıların tümü gibi, Allah'ın yarattığı birer
mucizedirler; araştırıp inceledikçe insanı hayrete düşüren eşsiz yaratılış
harikalarıdır.
Sadece birkaç milimetrelik
bir alan içine 8000 tane mercek yerleştirebilecek ve bunların her birine görme
yeteneği verebilecek bilgi ve teknoloji günümüzde mevcut değildir. Bunların
ışığı algılamasını sağlayacak ve bu algıyı mükemmel bir şekilde görülür hale
getirecek bir sinir sistemini oluşturmak ise imkansızdır. Üstün bilgi ve
tecrübeye rağmen insanın bir benzerini meydana getiremediği bu kusursuz yapının
tesadüflerle ortaya çıktığı iddiasının bir inandırıcılığı olabilir mi?
Elbette böyle bir şey mümkün
olamaz. Tesadüfler, bu canlının sahip olduğu 8000 mercekten sadece bir
tanesini, hatta bu mercekleri oluşturan sayısız hücrenin tek bir proteinini bile
oluşturamazlar. Her varlığı mükemmel detaylarla yaratan, küçücük bir sinekte
olağanüstü bir donanım var eden ve insanlara bunları anlayıp düşünmeleri için
akıl ve vicdan veren, varlıkların tümünü her an gören ve her an gözeten Yüce
Allah'tır.
Ey insanlar, (size) bir
örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta
olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek
bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri
alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)
1.
How Come? Planet Earth, Kathy Wollard, Workman
Publishing, New York, 1999, sf. 116
İnsana Ait
Müthiş Bir Detay:
Koku Alma
Mucizesi
Bir karanfil sizin için her
zaman aynı kokar. Bir parfümü ikinci kere kokladığınızda ise bunun hemen
tanıdık bir koku olduğunu hatırlarsınız. Çünkü bir şeyi yaşamınız boyunca bir
kere bile koklasanız, o koku, hafızanızdaki yerini almıştır.
İnsan burnunda 1000
civarında değişik koku reseptörü vardır. İnsan, 1000 değişik reseptörün kombinasyonlarıyla
10.000'den fazla farklı kokuyu aygılayabilir. Karanfili kokladığınızda o kokuyu
algılamanızı sağlayan moleküller koku reseptörleriyle birleşir ve karanfile ait
kodu oluşturur. Hafızanızda çoktan var olan bu kod, kokladığınız şeyin karanfil
olduğunu size tekrar hatırlatır.
Bu sistem olmasaydı ne
olurdu?
Tatları algılama fonksiyonu
koku alma duyusuyla bağlantılı olduğundan, bozulmuş bir yiyeceği fark edip
hemen ağzınızdan dışarı atmanızın sebebi çoğu zaman kokusudur. Eğer koku
algılama sisteminiz işlevini yitirseydi, yediğiniz şeyin tadını da tam olarak
alamayacak ve muhtemelen bu tehlikeyi fark edemeyecektiniz. Evinizde başlayan
yangını, dumanı görmeden fark edemeyecek, etrafı saran yanık kokusunu asla
anlayamayacaktınız.
Koku hafızanıza yerleşen
bilgi sadece moleküllerdir. Hiçkimsenin hafızanıza binlerce kokuyu
yerleştirebilme gücü ve imkanı yoktur. Hiçkimsenin moleküllere koku verme ve
onları beyninizdeki ilgili birimlere uygun hale getirme ihtimali yoktur. Tüm
bunları oluşturan, kokuyu, koku alma sistemini ve mükemmel özellikleriyle
hafızayı yaratan, tüm varlıkların sahibi olan Allah'tır.
Yere gelince, onu da
(yaratılmış bütün) varlıklar için alçalttı-koydu. Onda meyveler ve salkımlı
hurmalıklar var. Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler. Şu halde Rabbinizin
hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (Rahman Suresi, 10-13)
Vücuttaki Kusursuz Uyarı Sinyalleri
İnsan, üzerinde sürekli
cildiyle temas halinde olan giysilerle muhataptır. Ama onları her an hissetmez.
Gece yatarken üzerine çektiği yorganın, koluna taktığı saatin ya da oturduğu
koltuğun kendisiyle temas halinde olduğunu da sürekli olarak algılamamaktadır.
Bunun önemli bir sebebi vardır. İnsan derisindeki alıcılar belirli bir süre
sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili sinyalleri göndermeyi
durdururlar. İnsan cildi, kendisiyle temas halinde olan maddeye karşı
alışkanlık kazanır ve onunla ilgili his sinyallerini zamanla iletmemeye başlar.
Bu, harika bir sistem ve
mükemmel bir detaydır. İnsan, çoğu zaman böyle bir detayın farkında bile
değildir ama, rahatlık içinde yaşaması bu mükemmel sistemin kusursuz şekilde
çalışması ile mümkün olur.
Vücuttaki bu
"alışma" mekanizması olmasaydı giyinmek gibi sıradan bir olay insan
için büyük bir sıkıntı haline gelirdi. İnsanın üzerindeki giysileri sürekli
olarak hissetmesi bir eziyete dönüşür, ayrıca dokunduğu diğer şeylerden gelen
sinyalleri almakta da güçlük çekerdi. Dikkati sürekli, giydiği çorabın bileğini
ne kadar sarıp sıktığını, saatin sürekli bileğinde hareket ettiğini düşünmek gibi
konularda olabilirdi. Bu nedenle kişi rahat uyuyamaz, dinlenemezdi. Hayatı bu
sıkıntı verici detaylardan dolayı oldukça zorlaşırdı.
Hissetmenin bir nimet olması
gibi, hissin zamanla kaybolması da insana sunulmuş büyük bir nimettir. Tek bir
detay, bir insan yaşamını kolaylaştırmakta, onun rahat yaşamasına vesile
olmaktadır. Evrimcilerin hayali mekanizmalarının, bir insan bedeninin ne zaman
hissetmesi, ne zaman hisse alışması gerektiğini belirleyecek bir bilinci
yoktur. Bu nimeti insana sunan, varlığı tüm varlıkların bütün ihtiyaçlarına
yeten, Kafi olan Yüce Allah'tır.
"Nimet
olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda
(yine) ancak O'na yalvarmaktasınız." (Nahl Suresi, 53)
Üstün Özelliklere Sahip Bir Canlı:
Keser Balığı
Büyük bir yaratılış harikası
olan Keser balığı, okyanusların 1000 m derinliklerinde yaşar. Okyanus
derinliklerinde yaşayan balıkların büyük bölümünde olduğu gibi bu balık da iyi
görmesini sağlayan iri gözlere sahiptir. Ve bu gözler yukarı bakacak şekilde
yerleştirilmiştir. Bunun sebebi, bu derinlikte yaşayan balıkların genellikle
üstlerinden geçen balıkları avlamalarıdır.
Ama bu canlılar, bir yandan
da yukarıdan gelebilecek tehlikelere karşı görünmez olmak zorundadırlar. Sahip
oldukları bedenin üstün tasarımı, canlıya tehlikelerden korunma özelliği
vermektedir. Keser balığının vücudu yassıdır. Bedeninin rengi ise gümüş
rengidir, bu nedenle karanlıkta rahatlıkla kamufle olabilir.
Peki bu canlı, aşağıdan
gelebilecek tehlikelere karşı nasıl korunmaktadır? Elbette ondan daha
derinlerde yaşayan balıklar da iri gözleri sayesinde onun için birer
avcıdırlar. Ancak Keser balığı, karnında bulunan ve "fotofor" adı
verilen hücreler sayesinde avcılara karşı müthiş bir yanıltma özelliğine
sahiptir. Bu hücreler ışık üretirler. Bu, biyolojik bir ışıktır. Farklı iki
kimyasal madde bir araya gelir ve bir kimyasal reaksiyon başlatarak bu ışığı
oluştururlar. Bu olağanüstü hücreler, yukarıdan süzülen ışığın değişen rengini
olduğu gibi taklit eder ve tamamen aynı renkte ışık meydana getirirler. Bu
mükemmel mekanizma sayesinde Keser balığının gölgesinin aşağıdaki avcılar
tarafından fark edilmesi engellenmiş olur.
Keser balığının varlığından
belki de hiçbir zaman haberiniz olmadı. Onun neye benzediğini, nasıl yaşadığını
belki de hiçbir zaman bilmediniz. Şimdiye kadar adını bile duymamış olduğunuz
ve belki de hiç yakından görmeyeceğiniz bir hayvanın bu müthiş özelliklere
sahip olduğunu bilmenizin size nasıl bir faydası olabilir? Allah dilese, bu
canlıyı saydığımız işlevlerle yaratmaz veya sayısız özelliği, yaşamasına sebep
kılmazdı. O halde karşımızdaki bu müthiş detaylardan nasıl bir fayda elde
ederiz?
İnsana sunulan detaylar,
kişilerin tüm yaşamını ve bakış açısını değiştirebilir, onları dünyevi
hırsların peşinde koşan huzursuz ve endişe dolu insanlarken, mutlu, mutmain ve
ahiret beklentisi içindeki inançlı insanlar haline getirebilir. Bunun için
karşılaşılan her şeyin Allah'ın yarattığı nimetler olduğunu görmek ve Allah'ın
mutlak varlığını düşünmek yeterlidir. Karşımıza çıkan her güzellik ve her
detay, tüm bunları bize kesintisiz sunmakta olan Allah'a aittir. Bir ayette
şöyle buyrulmaktadır:
Sizin
yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim
için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
Bize Daima Geri Dönen Su
Allah insana birçok konuda bilgi ve
imkan vermiştir. Örneğin günümüzdeki teknoloji sayesinde, pek çok şeyin oluşumu
laboratuvar ortamında izlenebilir. Ancak öyle temel olaylar vardır ki, bunların
oluşumunu insanlar ne laboratuvarlarda izleyebilir, ne de bunu sağlayabilirler.
Bu büyük nimet, dünyanın büyük bir kısmını kaplayan ve en temel
ihtiyaçlarımızdan biri olan "su"dur. Su, dünyanın oluşumu sırasında
bir defaya mahsus olarak oluşmuş, ardından oluşum devresi son bulmuştur.
Havada serbest halde dolaşan
iki molekül olan Hidrojen ve Oksijen gazının bir araya gelerek suyu
oluşturabilmeleri için atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Çarpışma
sırasında hidrojen ve oksijen moleküllerini oluşturan bağlar zayıflar ve bu
molekülleri oluşturan atomlar yeni bir molekül olan suyu (H2O) meydana getirmek
üzere birleşirler. Söz konusu çarpışma ancak çok yüksek bir sıcaklıkta ve
yüksek bir enerji seviyesinde meydana gelmektedir. Şu anda yeryüzünde suyun
oluşumuna olanak sağlayacak kadar yüksek bir ısı yoktur. Bu nedenle suyun
oluşumu imkansızdır. Dünya'da var olan su, Dünya'nın oluşumu sırasındaki yüksek
sıcaklık sonucunda oluşan sudur.
Bu suyun miktarında hiçbir
zaman bir değişme olmaz. İçtiğimiz, kullandığımız, yaşamımızın bir parçası olan
su her zaman aynı sudur. Yeryüzündeki su döngüsü sebebiyle buharlaşan sular,
yepyeni tazelenmiş olarak bulutlardan bize geri dönerler. Allah bu gerçeği
ayetleriyle haber vermiştir:
Şimdi siz,
içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa
indiren Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 68-69)
Eğer Allah yeryüzünde hazır
olarak var ettiği suyu kurutup giderse, onu geri getirmeye güç yetirebilecek
hiçbir varlık yoktur. Eğer Allah bulutlara çektiği suyu bir daha indirmese, onu
yeryüzüne geri indirebilecek bir güç yoktur. Nimetlerin tümü Allah'tandır.
İnsana sürekli olarak ikram edip sunan, yoktan var eden, üstün güç sahibi olan
Yüce Allah'tır.
Biz gökten
belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu
(kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun Suresi, 18)
Taklit Edilemeyen En Üstün
Sistemlerden Biri:
Fotosentez
Elinize tek bir yaprak alın
ve ona dikkatlice bakın. Bu yaprak, müthiş kapsamlı kimyasal işlemler sonucunda
"fotosentez" yapar. Bir başka deyişle, insanların günümüzde
laboratuvarlarda başaramadıkları bir işlemi saniyeler içinde başarır. Küçük bir
yaprağın büyük bir sükunetle gerçekleştirdiği bu kimyasal işlem, insanın
yeryüzünde yaşamını sürdürebilmesinin başlıca sebeplerinden biridir.
Bu yaprağın sadece 1
milimetre karesinde 500 bin adet klorofil bulunur. Bir başka deyişle,
fotosentez için gerekli olan ve yine insanların hiçbir şekilde laboratuvarlarda
elde edemedikleri muhteşem molekül, bu yaprağın içinde milyonlarcadır. Eğer
klorofil molekülünü inceleyebilme imkanı olsaydı, daha fazla detay karşımıza
çıkardı. Klorofilin içindeki işlemin hızı saniyenin on milyonda biri kadardır.
Yani, yapraktaki suya ulaşan ışığın, atomaltı parçacıkları harekete geçirmesi
ve onların yörüngelerini değiştirmelerini sağlaması gibi karmaşık bir işlem,
her saniye on milyon kere tekrarlanmaktadır. Üstelik bu işlem her klorofil
molekülünde ayrı ayrı gerçekleşmektedir.
Bir gün Allah'ın dilemesiyle
klorofil molekülleri, söz konusu işlemleri yapmayı durdursalar veya bitkiye
ulaşan ışığın dalga boyu fotosentez yapmaya uygun olmasa, yeryüzüne oksijen
sağlayabilecek başka bir kaynak bulabilme imkanı yoktur. Bitkiler fotosentez
yapmasa, insan ve hayvanların solunumundan dolayı ortaya çıkan aşırı
karbondioksiti tekrar oksijene dönüştürecek başka bir yol yoktur. Yeryüzündeki
yaşamı sürdürebilmek için bir klorofil molekülünün tesadüflerin eseri olarak
meydana gelip havayı temizlemesini ve besin oluşturmasını beklemek kuşkusuz
mantıksız olacaktır. Çünkü böylesine karmaşık bir sistemin tesadüflerle
oluşması imkansızdır.
Bir bitkinin karbondioksit
soluyup oksijen açığa çıkarabilecek üstün bir yeteneğe sahip olması, büyük bir
mucizedir. Bu olağanüstü sistem, alemlerin Rabbi olan Allah'ın büyük bir
nimeti, hayranlık uyandırıcı bir eseridir.
Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan
başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli
biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58)
Bal Arılarındaki Üstün Yetenek ve Mimari
Harikası Petekler
Tam olarak 109 derece 28
dakikalık birbirine bitişik altıgen şekiller yapmak söz konusu olduğunda, bu
şekilleri belirtilen açıda, kusursuz olarak yapabilmek için çeşitli açı
ölçerlere ve düzgünlüğü sağlayabilmek için cetvellere ihtiyaç vardır. Bir insan
için bu şekilleri çizerken arada yanlışlık yapma ihtimali çok büyüktür. Ayrıca
çeşitli düzeltmeler yapmak, gerekirse bazı altıgenleri baştan çizmek ve buna
muhtemelen oldukça uzun bir vakit ayırmak gerekecektir. Şaşırtıcı olan, insan,
akıllı ve şuurlu bir varlık olarak tüm bunlarla uğraşırken, aynı çalışmayı bal
arılarının hiçbir açı ölçer veya cetvel kullanmadan hatasız ve aralıksız
şekilde gerçekleştirmeleridir. Bal arıları, dünyanın her yerinde bu kusursuz
açıyı kullanarak petekler yaparlar. Kovan etrafında yüzlerce arı bulunmasına
rağmen bunların tek bir tanesinin bile hata yapması söz konusu değildir. Bu
canlılar, peteklerini inşa ederken tam olarak 109 derece 28 dakika ve 70 derece
32 dakikalık iki açı kullanırlar. Hesapta en ufak bir sapma olmaz. Peteklerin
uçlarını ise 13'er derece yükselterek inşa ederler. Bu önemlidir, çünkü bu eğim
sayesinde bal, petekten dışarıya akmaz.
Bir peteğin yakınlarında
dursanız oradan oraya uçuşan arılardan başka bir şey görmezsiniz. Oysa uçan her
arı, taşıdığı balmumunu hangi açıyla peteğin neresine yapıştırması gerektiğini
bilen üstün bir matematikçidir. Bir arının böylesine usta ve yetenekli olması
mümkün müdür? Bir arı, insandan daha iyi hesap yapabilme kabiliyetine sahip
midir? Elbette arı ne matematik bilgisine ne de üstün yeteneklere sahiptir.
Peki bu kusursuz peteği oluşturmayı tesadüfen mi öğrenmiştir? Milyonlarca
yıldır, her balarısı, tesadüfen bu yetenekle doğmuş olabilir mi? Kuşkusuz
insanın sahip olmadığı bu yeteneğe, bir arının tesadüfen sahip olması mümkün
değildir. Bu canlıları, üstün özellikleri ile birlikte meydana getiren,
canlılara Kendi fazlından ilim veren, sonsuz kudret ve güç sahibi Yüce
Allah'tır.
Rabbin
balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda
kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana
kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde
şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir
topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Yetenekli Karaciğer Hücreleri
Karaciğer hücrelerinin her biri
yaklaşık 500 kadar değişik kimyasal işlem gerçekleştirme yeteneğine sahiptir.
Vücudun dolaşım, sindirim, boşaltım gibi sistemlerinde gerçekleşen tüm
faaliyetlerden haberdardırlar. Üstlendikleri bu görevler nedeniyle hücrelerin
her birinde yoğun bir hareketlilik vardır ve bu hareketlilik durmaksızın devam
eder.
Eğer herhangi bir sebeple
karaciğerin bir kısmı hasar görür veya alınırsa, faaliyet aniden çeşitlenir.
Artık hücrelerin yeni faaliyetleri "çoğalma"dır. Hücreler 500 ayrı
görevi yerine getirirken, aynı zamanda çok yüksek bir hızla çoğalmaya da
başlarlar. Bunun amacı, hasar gören karaciğeri tamamlamaktır. Karaciğer,
hücrelerin bu olağanüstü yetenekleri nedeniyle vücutta kendisini yenileyebilen
tek organdır. Karaciğer normal boyuta gelip tamamlandığında, hücreler aynı anda
faaliyetlerini durdururlar.
Karaciğer hücrelerinin,
parmağınızın ucundaki bir milimetrelik kısımdaki hücrelerden bir farkı yoktur.
Karaciğerinizde bulunan hücreler de parmağınızdakiler de aynı bilgiyi taşırlar.
Onları farklı kılan, sahip oldukları bilginin sadece farklı bir kısmını
kullanmalarıdır. Buradaki gözle görülmeyen tek bir hücre, çoğalma işleminin
başlaması gerektiğini bilmekte ve kendisini kopyalayabilmektedir. Sonra, aniden
karaciğeri tamamlama görevinin bittiğini haber almakta ve faaliyetini
diğerleriyle birlikte durdurmaktadır. Hiçbir hücre, başıboş bir şekilde üretim
işlemine devam etmez. Hiçbir hücre çoğalma esnasında diğer görevlerini biraz
bekletmesi gerektiğine karar verip sistemin aksamasına sebep olmaz. Kopyalanan
hiçbir yeni hücre, hangi görevleri yerine getireceği konusunda eğitilmez. Ancak
buna rağmen, her yeni hücre tereddütsüz hemen karaciğerdeki faaliyetine
başlamaktadır.
Bu kapsamlı sistemin
kontrolü insana ait değildir. Evrimcilerin ise, bu kompleks sistemin
tesadüflerle oluştuğu iddialarını savunabilmeleri için öncelikle karaciğeri
oluşturan tek bir hücrenin nasıl ortaya çıktığını açıklayabilmeleri
gerekmektedir. Ancak evrimciler için, yaşamın temelini kapsayan böylesine
önemli bir sorunun açıklaması yoktur. Çünkü kuşkusuz, tüm canlıları, onların
sahip olduğu her bir hücreyi yaratan, bunları her an kontrolü ve denetimi
altında tutan, sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Karaciğerde sergilenmiş olan
sistem de, varlığı hiç değişmeden duran, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten
Yüce Allah'ın eseridir.
Ey
insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi
topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra
yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi)
açıkça göstermek için... (Hac Suresi, 5)
Gözle Görülmeyen Hücrenin İçinde
Önemli Bir Detay:
Genler
İnsan, kalbinin atışını
kontrol edemez. Yemek yerken tükürük bezinin faaliyetlerinin denetimi kendi
elinde değildir. Kendi kontrolüne bırakılsa, her saniye nefes alması
gerektiğini sürekli olarak hatırlaması oldukça zordur. Bunun gibi sayısız vücut
fonksiyonu onun hiçbir müdahalesi olmadan gerçekleşmektedir. Ancak kendi
bedeninde kendi denetimi olmamasına karşın, sahip olduğu tüm sistemlerde
kusursuz bir işleyiş vardır.
İnsanın kromozomlarının içinde
kendisiyle ilgili her bilgi vardır. Çekirdekteki 46 kromozomun her biri, bir
insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan genlere sahiptir. İnsan vücudunda
bulunan bütün organlar, Allah'ın dilemesiyle hücrelerde yer alan genlerin tarif
ettiği bir plan çerçevesinde inşa edilirler. Örneğin, vücutta deri 2.559, beyin
29.930, göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216, göğüs 4.001, akciğer 11.581,
karaciğer 2.309, bağırsak 3.838, iskelet kası 1.911 ve kan hücreleri 22.092 gen
tarafından kontrol edilmektedir.
Gözle görülmeyen bir
hücrenin içinde saklanan sayısız küçük parçanın, dev bir vücut sistemini
kontrolü altında tutması büyük bir mucizedir. Bu sistemde hiçbir aksaklık
ortaya çıkmaması, doğan her yeni insanda, aynı genlerin, aynı sistem ve
organları kontrol etmesi, olağanüstü bir durumdur.
Genler kuşkusuz akıl sahibi
varlıklar değildirler; kör ve şuursuz atomların bir araya gelmesiyle oluşurlar.
Dolayısıyla buradaki üstün akıl ve kusursuz denetim onlara ait değildir.
Hayranlık uyandırıcı birer yaratılış harikası olan genler, örneksiz olarak
muhteşem alemler yaratan Allah'ın emrine uyarak hareket etmektedirler. Aslında
bu, evrendeki küçük büyük her detayda kendisini açıkça gösteren bir gerçektir.
Her şey, Allah'ın üstün yaratmasının bir tecellisidir. Genler, Allah dilediği
için "her an" vücut sistemiyle ilgili "her şeyi" kontrol
edebilirler. Bu üstün kontrol, tüm bu sistemin asıl sahibi Celil (azîm,
mertebesi yüksek) olan Allah'a aittir.
Allah...
O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında
şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar
ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi
kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri
kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek
büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Okyanusun Derinliklerinde Yaşayan
Bir Detay:
Amfobid
İnsan sudaki erimiş oksijeni
soluyamaz, su altındaki basınçlara dayanamaz. Su, havadan yaklaşık 1.300 kat
daha ağırdır ve derinlere inildikçe basınç süratle yükselir. Her on metre
derinlikte üzerimize bir atmosfere denk basınç biner. Su altında, 150 metre
derinliğe kadar inildiğinde damarlar çökebilir ve ciğerler sıkışarak bir gazoz
kutusunun ortalama boyutlarına inebilir.
Dünya üzerindeki yaşam,
insana sadece karada yaşama olanağı verir. Suyun içinde ise bizler için yaşam
mümkün değildir.
İnsan, suyun basıncına karşı
son derece dayanıksızdır. Ama yeryüzünde öyle canlılar vardır ki, sahip
oldukları özel donanımlar sayesinde insandan üstün niteliklere sahip olurlar.
Örneğin, okyanusun en derin noktası olan Pasifik'teki Marina Çukuru, karidese
benzer şeffaf bir tür kabuklu olan amfobid kolonilerinin yuvasıdır. Burası,
okyanus yüzeyinden yaklaşık 11.3 kilometre aşağıdadır. 4 kilometrelik ortalama
okyanus derinliğinde bile şiddetli olan basınç, bu olağanüstü derinlikte,
çimento yüklü on dört kamyonun ağırlığı altında ezilmekle birdir. 1
Hangi şartlarda nasıl
yaşadığını bile bilmediğimiz bir canlı, bizden çok daha üstün özelliklere sahip
olabilir ve çok daha zor şartlar altında yaşamını sürdürebilir. Bu canlının
kendisi, okyanusun onlarca kilometre derinliklerinde yaşadığının ve insanın
ölümüne sebep olabilecek bir basınç altında varlığını sürdürebildiğinin
farkında bile değildir. Bu canlının, bizim ulaşamadığımız derinliklerde
yaşamına devam etmesi, yerin veya suyun derinliklerinde de olsa, göğün en
yükseklerinde de olsa tüm canlıların, Allah'ın üstün sanatıyla yaratılmış
olduklarını gösteren delillerden biridir.
Onlar
(müminler), ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve
göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
"Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin
azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
İnsan, tek bir örneğe
bakarak Allah'ın büyüklüğünü görebilir, O'nu takdir edebilir. Tüm nimetleri,
tüm varlıkları, yerde ve gökte olan her şeyi yaratanın Allah olduğunu anlayıp
idrak edebilir. Bunun için sahip olduğu tek bir özellik, görüp incelediği tek
bir şey üzerinde düşünmesi yeterlidir. İnsana düşen, kendisine verilmiş
delilleri mutlaka görmesi ve Allah'ın yerde ve gökte bulunan tüm varlıklar
üzerindeki hakimiyetini takdir etmesidir.
1. Hemen Her Şeyin Kısa
Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 209-210
Allah'ın Detayda Yarattığı Bir
Mucize:
Moleküller
Etrafımızda gördüğümüz her
şey, kendi bedenimiz de dahil olmak üzere, sadece 109 atomun kombinasyonundan
oluşmaktadır. 109 ayrı atom bir araya gelir ve dağları, suları, bitkileri,
eşyaları, binaları, tatlıyı-acıyı, zehirliyi-faydalıyı, güzel kokuyu, güzel
rengi ve birbirinden çeşitli canlıları oluştururlar. Bu, gerçekten büyük bir
mucizedir.
Atomlar bir araya
geldiklerinde, birleşerek özel dizaynlar meydana getirirler. Oluşan özel
dizaynlar, yani moleküller, birbirinden farklı maddesel özelliklerin ortaya
çıkmasını sağlar. Elinizde tuttuğunuz kalem de, eliniz de, içtiğiniz su da
benzer atomların çeşitli şekillerde bileşmelerinin bir sonucudur. Bazen
moleküle tek bir atom eklenir ve içilen su bir zehire dönüşebilir. Moleküle
eklenen veya molekülden ayrılan tek bir atom, yenilemez şeyi yenilebilir hale,
keskin ve çirkin bir kokuyu muhteşem gül kokusuna dönüştürebilir. Aynı
atomların farklı şekillerde birbirlerine bağlanmaları, molekülün rengini
değiştirebilir, akışkan bir maddeyi katı yapabilir.
Yeryüzündeki çeşitlilik
olağanüstüdür. Allah, moleküllere çeşitli özellikler vermekle üstün bir sanat
sergiler. Bir elmanın tatlı olması, taşın sert, pamuğun yumuşak olması, gözle
görülmeyen atomlarda Allah'ın sergilediği büyük bir mucizedir. Allah, yeryüzünü
yoktan yaratmış, tüm varlıklara % 99.99999'u boşluk olan atomları sebep kılmış
ve bu gözle görülmeyen alem içinde de hayranlık uyandırıcı bir sanat
sergilemiştir.
İnsan, Allah'a her anında
muhtaçken, O'nun dilemesi dışında hiçbir şeye güç yetiremezken, kendisine
sunulmuş nimetleri çok iyi anlamalı ve bunların sahibinin alemlerin Rabbi olan
Allah olduğunu çok iyi düşünmelidir. O zaman dünyada sahip olduğu nimetler
nedeniyle imanın neşesini yaşayacak, ahirette ise tüm güzelliklerin en
fazlasına kavuşacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Cennet de,
muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size
vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan,
görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a
yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. "Ona 'esenlik ve barış (selam)la'
girin. Bu, ebedilik günüdür." Orada diledikleri her şey onlarındır;
Katımızda daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 31-35
Yaratılışın Kanıtlarından Biri Olan
En Büyük Patlama: Big Bang
Dünya üzerinde yaşamın var
olması için gerekli olan unsurların dengesinin bozulması oldukça zordur. Aniden
karbonmonoksit solumaya başlamaz, yerçekimi kuvvetinin azalması ile oturduğunuz
koltuktan havalanıp uzay boşluğuna doğru hareket etmezsiniz. Güneş'ten gelen ışık
aniden gözlerinize ve derinize zarar vermez, veya aşırı oksijen ciğerlerinizi
yakacak bir seviyeye hiçbir zaman ulaşmaz.
Bunu sağlayan sebepler
elbette çok fazladır. İlginç olan, tüm bu sebeplerin evrenin tüm maddesini
içinde barındıran sıfır hacme sahip tek bir noktanın patlaması ile ortaya
çıkmış olduğu gerçeğidir. Bu patlama Big Bang'dir ve şu an uzayda bulunan tüm
dengeler bu patlama ile yerlerini bulmuştur.
Evrendeki hassas oranı sabit
tutabilmek için bir araya gelmiş pek çok sebep vardır. Örneğin Big Bang'in
ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018)
bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı. Eğer evren biraz bile daha yavaş
genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik
materyal tamamen dağılıp gidecekti. Eğer patlama hızının belirli bir düzene
eriştiği zamanda, bu hız üzerinde bahsettiğimiz 1/1018'lik fark
oluşsaydı, bu oran söz konusu dengeyi yok etmeye yetecekti.
Saydığımız bu ufak
farklılıklardan sadece bir tanesi gerçekleşse, tüm evren tümüyle yok olacaktı.
Etrafınıza şöyle bir bakın.
Her şey olağanüstü bir sabitlik, sakinlik ve mükemmellik içindedir. Çünkü
yeryüzünde var olan hiçbir şey tesadüfi değildir. Hiçbir şey kontrolsüz ve
bilinçsiz gelişmemektedir. Her şey, kusursuz ve mükemmel bir orana ve
olağanüstü hassaslıktaki dengelere bağımlıdır. Çünkü bütün bunların sahibi, tek
bir patlamayı sebep kılarak kusursuz bir sanat ve mucize yaratan, büyüklük ve
kerem sahibi olan Yüce Allah'tır.
O, biri
diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman
(olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(Mülk Suresi, 3-4)
1. Hemen Her Şeyin Kısa
Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 216-217
Tüm Canlılarda Allah'ın Üstün
Sanatı Hakimdir
Nefes alma işlemi, insanda
bir refleks olarak gerçekleşir. Bazı canlıların ise refleks olarak nefes almaya
ihtiyaçları yoktur. Örneğin yunuslar için bu, bilinçli bir harekettir. Bizim
yürümeye karar vermemiz gibi, onlar da nefes almaya karar verirler. Nefes almak
için yüzeye çıktıklarında ciğerlerinin %80-90'ını hava ile doldururlar. Bu
miktar, uzun süre ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Uyurken havaya ihtiyaç
duymaları ise onlar için bir sorun değildir. Yunuslar, beyinlerinin sağ ve sol
loblarını 15 dakikalık periyodlar olarak alternatifli kullanırlar. Loblardan
bir tanesi uyurken, yüzeye çıkıp hava alabilmek için beyinlerinin diğer lobu
görev başındadır.
İnsan yeryüzünde karmaşık
özelliklere sahip tek canlı değildir. Araştırıp incelediğiniz hemen her yer,
gökte uçan veya denizin derinliklerinde yaşayan, birbirinden kompleks ve farklı
canlılarla doludur. Bunların, bizlerden ve birbirlerinden farklı yaratılmaları,
farklı alemlerde, farklı güzellikler ve eserler yaratan Allah'ın hikmetidir.
İnsan, bir canlıyı suda nefes alabilme yeteneği ile donatamaz, havayı
ciğerlerine belirli bir oranda almasını sağlayamaz. Gece uyurken ona beyin
loblarını kontrol etme kabiliyetini veremez. Uyurken ölmemesi için kullanması
gereken sistemi ona öğretemez. Yeryüzündeki hiçbir canlıya, yaşadığı ortama en
uygun yaşama imkanlarını ve özelliklerini veremez. İnsan bunu, kendisi için
bile yapamaz.
Bilinçli bir varlık olarak
insanın gerçekleştiremediklerini ise bilinçsiz tesadüflerin gerçekleştirmesi
kuşkusuz imkansızdır. Tesadüfleri ilahlaştıran, tüm varlıkların rastgele
meydana geldiğini savunan evrim teorisi, her geçen gün ortaya çıkan kompleks
yapılar karşısında tamamen çöküşe uğramış bir teoridir.
İnsana ve yeryüzündeki tüm
varlıklara can veren, her birine yaşamaları için türlü olanakları nimet olarak
sunan ve bunun için türlü donanımlar var eden Yüce Allah'tır. Bu nimetlerle
sürekli karşılaşan insanın yapması gereken ise, Rabbimiz'in üzerimizdeki
rahmetini ve nimetini düşünüp O'na yönelmektir.
Şüphesiz,
göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde,
insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve
kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada
üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş
bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler
vardır. (Bakara Suresi, 164)
Mucizevi Şekilde Yenilenen Beden
İnsan hiçbir yeni günde,
eski bedeninin aynısına sahip değildir. Vücuttaki hücrelerin bir kısmı yenilenmiştir.
İnsanın "benim bedenim" diyerek sahiplendiği bedenini oluşturan
hücrelerin bir kısmı ölmüştür. "Benim" diyen şey ruhtur, bedenin
kendisi değişmektedir.Bu bilimsel bir gerçektir. İnsan vücudunu oluşturan
dokular sürekli yenilenir. Bunu sağlamak için vücutta her dakika 200 milyon
hücre doğar ve ölmüş hücrelerle yer değiştirir. Bu mükemmel olayın denetimi
ise, Allah'ın dilemesiyle, troksin denilen tek bir hormona verilmiştir.
Troksin hormonu bedeni
denetler, ömrünü tamamlayan hücreleri belirler ve buna göre yeni bir üretim
yapılması emrini ilgili birimlere iletir. Bedenin yenilenmesi asıl olarak bu
hormonun faaliyetine bağlıdır. Eğer troksin hormonu, eksilen hücrelerin
sayısını hesaplayamasa ve ihtiyaçtan daha fazla veya daha az üretim yapsa,
bedende oldukça karmaşık bir durum oluşur. Hücreler yeterli sayıda
yenilenmediği için dış görünümde yaşlanma meydana gelirken, organlar işlevini
yapamayacak hale gelecektir. Fazla üretim sonucunda ise, kontrolsüz büyüyen
organlar ve oluşan tümörler, kısa sürede ölüme sebebiyet verebilir. Böylesine
tehlikeli riskleri olan bir üretimin, evrimcilerin iddia ettiği gibi sözde
bilinçsiz şekilde hareket eden ve tesadüfen işlev gören tek bir hormonun
kontrolünde olması mantıklı mıdır? Yine evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen
oluşmuş (ki bu imkansızdır) ve tamamen şuursuz hareket eden tek bir hormonun
vücutta ne kadar hücrenin ölmüş olduğunu hesaplayabilmesi, meydana gelen
eksikliğe uygun olarak yeni bir üretim yapması mümkün müdür?
Bir hormonun tesadüfen
meydana gelerek ve kendi kendine kararlar vererek vücuttaki bir üretimi
yönlendirmesi elbette mümkün değildir. İnsan, bedenindeki mükemmel dengenin,
tesadüfen oluşmuş, rastgele hareket eden tek bir hormona ait olduğunu
zannederse, yaşamını büyük endişelerle geçirmek zorunda kalır. (Zaten tesadüfen
bir hormonun meydana gelebilmesi de, tesadüfi müdahalelerle bir insan bedeninin
canlı kalabilmesi de mümkün değildir. Darwin'in öne sürdüğü tesadüfi aşamalar,
tek bir bakteri hücresinin tek bir proteininin oluşumunu bile açıklayamamaktadır.)
Bir insan bedeninde, tek bir rastgele olaya bile izin vermeyecek kadar kompleks
ve detaylı sistemler vardır. Bütün bu sistemlerin Yaratıcısı, onları her an
kontrolü altında tutan, yerde ve gökte olan her şeyin hakimi olan Allah'tır.
Allah, yedi
göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan
iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın
ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Uzaydaki Olağanüstü Detaylar
Evrende bir yıldız ne kadar
büyükse o kadar hızla yanar. Bizi ısıtan ve bize besin ve yaşam sağlayan Güneş,
eğer şu an olduğundan on kat daha büyük olsaydı, oluşumundan on milyar yıl
sonra değil, on milyon yıl sonra sönecekti ve bizler şu anda burada
olamayacaktık. Eğer Güneş'e çok yakın bir yörüngede bulunsaydık, Yerküre
üzerindeki her şey buharlaşıp yok olurdu. Çok daha uzak bir yörüngede olsaydık,
bu durumda da her yeri buzlar kaplayacaktı.
Güneş, Dünya'ya yaşam
sağlayabilmek için en uygun büyüklükte ve Dünya'ya en uygun uzaklıktadır.
Dünya eğer Güneş'ten
yalnızca %1 oranında uzak ya da ona %5 oranında yakın olsaydı, üzerinde
yaşanılamaz bir gezegen olurdu. Söz konusu yüzdeler, evrendeki büyük sayılar
dikkate alındığında aslında oldukça küçük mesafe birimleridir. Bunu
anlayabilmek için Venüs'ü örnek verebiliriz. Dünya'dan hemen önceki gezegen
olan Venüs'e Güneş'in sıcaklığı bizden sadece iki dakika önce ulaşır. Büyüklük
ve yapı açısından Venüs Dünya'ya oldukça benzerdir, fakat yörüngesel mesafedeki
küçük bir fark, bu iki gezegen arasındaki "yaşam" farkının
oluşmasının sebebidir. Bu iki dakikalık farkın sonucunda Venüs'ün yüzey
sıcaklığı 4700C'ye ulaşır. Bu sıcaklık, kurşunu bile eritebilecek
kadar yüksektir. Yüzeyindeki atmosferik basınç ise Dünya'dakinin 90 katıdır.
Böyle bir basınç altında, insan yaşamı mümkün değildir. 1
Elbette ki Allah , uzayda
var olan tüm gezegenler üzerinde yaşam yaratabilirdi. Ancak Allah, yaşamı
yalnızca Dünya üzerinde var etmiştir. Bunun için sayısız faktörü hassas dengelere
bağımlı kılmıştır. Bunlardan sadece birinin dengesinin bozulması, Dünya
üzerindeki yaşamı sona erdirmeye yeterlidir. Dünya üzerindeki yaşam, onun sahip
olduğu kusursuz denge ve bunların bağımlı olduğu sebepler, tüm bunları yaratan
Allah'ın kontrolü altındadır. Yaratılan her şey gibi üzerinde yaşadığımız Dünya
da, Yüce Allah'ın kusursuz sanatına sahiptir.
O, sabahı
yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay'ı bir hesap (ile)
kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah'ın takdiridir. (Enam Suresi, 96)
1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson,
Boyner Yayınları, 2003, sf. 209-210
Beyindeki Muhteşem Sinir Ağı
Allah'ın Eşsiz Bir Eseridir
Dünyada aynı anda yüz milyonlarca telefon
görüşmesi yapılabilir. Dünya çapındaki bu ağ, oldukça üstün ve kapsamlı bir
ağdır. Bu gerçeğe karşın bu büyük ağ, tek bir insan beyni ile
karşılaştırıldığında oldukça sıradan kalır. Tek bir insanın beyninin içinde
ortalama 100.000.000.000 (yüz milyar) nöron (sinir hücresi) bulunmaktadır. Bu
mükemmel ağı daha iyi anlamak için şu örneği verebiliriz: Beyindeki bu
nöronlar, sahip oldukları uzantılardan uç uca eklenecek olursa, uzunlukları
birkaç yüz bin kilometreyi bulmaktadır. Bilim adamlarının beyni,
"evrendeki en büyük gizemlerden biri" olarak tanımlamasına neden olan
en önemli unsurlardan bir tanesi, bu olağanüstü ağın varlığıdır.
İnsan beyninde yaklaşık 100 trilyon sinaps
bulunur. Sinapslar, sinir hücrelerinde kimyasal geçişin gerçekleştiği
yerlerdir. Vücuttaki herhangi bir hücre, sinapslar yoluyla, 1000 ayrı beyin
hücresi ile bağlantı kurabilmektedir. Bu olağanüstü ağ sayesinde meydana gelen
bilgi işlem hızı, gerçek anlamda hayret vericidir. Tek bir bit'lik bilgi, bir
anda tam 100.000 nörona ulaşabilmektedir. Bu özelliği ile beyin, bilinen en
hızlı bilgisayardan yüz binlerce kat daha hızlıdır. Böyle mükemmel bir eserin,
aynı hız ve aynı özelliklere sahip bir benzerinin yapılması, IBM'in teknoloji
müdürü Dr. Kerry Bernstein'ın ifadesiyle, mümkün gözükmemektedir. 1
Böylesine kapsamlı bir ağı, küçücük bir alana sığdırmak
ve onun katrilyonlarca bağlantı yapmasını ve bunu saliseler içinde başarmasını
sağlamak elbette imkansızdır. Dünyadaki gelmiş geçmiş tüm insanların sahip
olduğu bu muhteşem sistemi yoktan var etmek için insanın yapabileceği hiçbir
şey yoktur. Beyin, insanların bu gerçeği görebilmesi için çok kapsamlı ve
detaylı yaratılmış bir mucizedir. İnsanlara armağan edilmiş bu değerli
hediyenin sahibi, çeşit çeşit nimetleri karşılıksız bağışlayan Yüce Allah'tır.
Üstün yaratılış harikası beynin varlığı, Yüce Rabbimiz'in büyüklüğünü ve
kudretini bir kez daha sergilemektedir.
Andolsun, Biz insanı, süzme bir
çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar
yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından
o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o
çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik;
sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah,
ne Yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)
1. "Brain Teaches Computers A Lesson",
MSNBC.com, 6 Ağustos 2002
(Bit: Bir bigisayardaki en küçük bilgi (veri)
parçacığına bit adı verilir.)
Saniyede 500 Kere Çırpılan Kanatlar
Sivrisinek, kanatlarını "saniyede" yaklaşık
"500 defa" çırpar. İnsanın kollarıyla oldukça sınırlı sayıda
gerçekleştirebildiği bir işlemi, o sadece tek bir saniyede 500 kere
gerçekleştirmektedir.
Saniyede 500 kere kesintisiz olarak hareket eden
böylesine güçlü bir mekanizma, yapay olarak geliştirilememektedir. Çeşitli
malzemeler ile geliştirilen buna benzer bir mekanizma, sürtünmenin şiddetinden
kısa bir süre sonra yanacaktır. Ama bir sivrisinek, yaşamı boyunca uçtuğu her
saniye, kanatlarını bu sıklıkla çırpmakta ve hiçbir sorun yaşamamaktadır.
Dahası, bu üstün nitelikli kanatlar ona, yüksek bir hızda, dilediği yöne,
dilediği uzunlukta uçma imkanı verirken, aynı zamanda manevra ve iniş
yeteneklerini de en mükemmel şekilde gerçekleştirmesini sağlar.
Kanatlarını bu hızda çırpabilmek için sivrisineğin
çok miktarda oksijene ihtiyacı vardır. Bu nedenle sivrisinek, hemen her
hücresine ulaşan özel bir solunum borusuna sahiptir. Bu boru, doğrudan
dışarıdaki havaya bağlı olduğundan, hücreler oksijen alışverişini aracı bir
madde olmadan yaparlar. Bu özel sistemin sonucu olarak da dakikada binlerce kez
kanat çırpan sivrisinek hiç yorulmaz.
Büyüklüğü 1 cm'yi bile bulmayan bir canlıda,
saniyede yüzlerce kez çırpacak bir kanat ve bunu mümkün kılacak bir solunum
sistemi var etmek Allah'ın hayranlık veren bir sanatıdır. Hiçbir tesadüf,
böylesine kompleks bir canlıda, bu mükemmellikte bir mekanizma meydana getirip
onu her bir bireyde mükemmel işler hale getiremez. Hiçbir tesadüf, eş zamanlı
hareket eden bir çift kanada saniyede 500 kere çırpma imkanı veremez. Bu
kusursuz canlının da onun sahip olduğu hayranlık uyandırıcı kanatların da
Darwin'in öne sürdüğü gibi tesadüfi aşamalarla meydana gelmesi imkansızdır. Bu
eser, Sani (sanatçı) olan Allah'a aittir.
Haberiniz olsun; şüphesiz
göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar
bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca
bir zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminde bulunarak yalan
söylemektedirler.' (Yunus Suresi, 66)
Kokuyu Algılayan Mükemmel Sistem
Derin bir nefes aldığınızda, bu nefes ile birlikte
çok çeşitli şeylerin kokularını da aynı anda algılarsınız. İçtiğiniz kahvenin,
içeride pişen yemeğin, vazoda duran çiçeğin ve dışarıdaki dumanlı havanın
kokusunu aynı anda alır ama hepsini ayrı ayrı algılarsınız. Bunun sebebi,
burnunuzun, aldığı kokuları 30 saniye içinde analiz edip değerlendirmesi ve bu
sayede yaklaşık 3000 kokuyu birbirinden ayırt edecek kadar mükemmel bir
kapasiteye sahip olmasıdır.
Dakikalar içinde milyarlarca koku hücresinden gelen mesajlar,
burunda bulunan on binlerce hücreye aktarılır. Buradaki hız olağanüstüdür.
Milyonlarca bilgi saniyenin binde biri gibi zaman aralıklarında "hiçbir
hata yapmadan" bir hücreden diğerine hareket edip durur. Bu işlemler kısa
bir süre içinde burnunuza gelen sayısız kokuyu ayırt edebilmenizi sağlar. Aynı
zamanda burna iletilen bilgilerin tanınması ve organize edilmesi koku
duyarlılığını da artırır. Gelen kokuların her birinin ayırt edilmesi ve
tanınması, burundaki koku alma hassasiyetini de oldukça artırmıştır. 1
Buradaki hatasız iletişimin olağanüstülüğünü şöyle
açıklayabiliriz: Belirli bir bilginin bir milyon telefon hattıyla taşındığını
ve bu hatların sayısının bir santralde aniden bine indirildiğini varsayalım.
Böyle bir geçiş durumunda, ne kadar gelişmiş bir teknoloji kullanılırsa
kullanılsın, yüksek ihtimalle orijinal bilgilerde bir kayıp veya hata
olacaktır. Buna karşın, koku hücreleri aynı görevi, yaşadığımız süre boyunca
kusursuz olarak yapmaya devam ederler. Aynı anda çok sayıda koku ile muhatap olmamız,
bu kokuları birbirinden ayırt etmemizi engellemez; sayı ne kadar artarsa artsın
tüm kokuları birbirinden zorlanmadan ayırt edebiliriz.
Bir insanın, dakikalar içinde kendisine ulaşan
binlerce kokuyu hatasız algılayacak bir sisteme sahip olması belki de onu
hayatı boyunca hiç şaşırtmamıştır. İnsan, gülü kokladığında tanıdığı gülün
kokusunu, kahveyi kokladığında tanıdığı kahvenin kokusunu alıyor olmasını
yadırgamaz. Bir meyvenin kokusunun hangi aşamalarla kendisine zamanla tanıdık
hale geldiğini belki de hiç düşünmemiştir. Oysa hayatının her anında burnun
koku alma bölümünde bunu sağlayan kompleks işlemler devam etmektedir. Tüm
insanların sahip olduğu bu özel sistem ancak Allah'ın dilemesiyle vardır, O'nun
kontrolü ile kusursuz şekilde işler. İnsana sunulmuş diğer tüm nimetler gibi bu
özel nimet de Allah'ın bir ikramıdır.
İşte gaybı da, müşahede
edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı
herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde
Suresi, 6-7)
1. Tim Jacob, "Olfaction", 2001,
http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/
teaching/sensory/olfact1.html
Bakterilerin Sahip Olduğu
Üstün Detaylar
Bakteriler olmadan yeryüzünde canlılığın sürmesi
mümkün değildir. Toprağa atıp, çürüyüp ufalanacağından emin olduğumuz tüm
atıklar, bakterilerin faaliyetleri sonucunda yok olurlar. Onlar, yeryüzündeki
tüm atık maddeleri işlenebilir ve yeniden kullanılabilir hale getirirler. Ölü
bir madde, onların vesilesiyle çürür. Bakteriler, bu maddenin her parçasını küçük
minerallere ayrıştırır ve bunların besin olarak canlılara sunulmasını
sağlarlar. Suyumuzu onlar arıtır, topraklarımızın verimini onlar artırırlar.
Bedenimizde de önemli işler bakteriler tarafından gerçekleştirilir. Bakteriler,
bağırsaklarımızdaki vitaminleri sentezler, yediklerimizi yararlı şekerlere ve
polisakkaritlere (bir karbonhidrat grubu) dönüştürürler. Yemeklerle aldığımız
yabancı mikroplara karşı savaşı da gerçekleştirirler.
Yeryüzü için büyük öneme sahip azot döngüsü,
tümüyle bakterilere bağımlıdır. Bakteriler havadan nitrojeni (azot) alır ve onu
yapı taşlarımız olan nükleotidlere ve aminoasitlere dönüştürürler. Bu,
yeryüzünde, insan da dahil başka hiçbir canlının gerçekleştiremeyeceği gerçek
anlamda hayranlık uyandırıcı bir işlemdir. Bakteriler, endüstriyel yöntemlerle
5000C'de ve normalin 300 katı kadar basınç altında
gerçekleştirilebilecek bir işlemi, saniyeler içinde sorunsuz olarak yerine
getirmektedirler.
Bunlardan çok daha önemlisi, bakteriler bize soluduğumuz
oksijeni sunarlar. Dünyamızın solunabilir oksijeninin büyük bir kısmı
fotosentez yöntemi ile mikoorganizmalar tarafından sağlanmaktadır.
Siyanobakteriler, algler ve denizleri dolduran diğer minik organizmalar havaya
her sene yaklaşık 150 milyar kg oksijen salarlar. 1
Dünya'da yaşamın varlığına vesile olan sayısız sebepten sadece bir tanesi
olan bakteriler, Darwin'in evrim teorisini tümüyle ortadan kaldırmıştır. Darwin
bu canlıların ilkel olduklarını varsaymış ve tüm teorisini bu varsayım üzerine
şekillendirmiştir. Ancak 21. yüzyıl bilimi bu canlıların hiç de ilkel
olmadıklarını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Sahip oldukları özellikler ve
gerçekleştirdikleri harikalar, tesadüflerle asla oluşamayacak mükemmel
varlıklar olduklarını gösterir. Bir bakteri, kendi kendine oluşamayacak, kendi
kendine söz konusu yetenekleri edinemeyecek kadar komplekstir ve evrim teorisi
tek bir bakterinin sözde tesadüfen ortaya çıkışını hiçbir şekilde
açıklayamamaktadır.
Tüm bunlar, müthiş komplekslikleri, mükemmel yapıları, kusursuz işlemleri
gerçekleştirme yeteneğini birarada yaratıp yeryüzünün her yanında var eden
Allah'ın sanatının tecellileridir. Bu örnekle Allah, "en basit"
yakıştırmasının yapıldığı en küçük tek hücreli canlının bile ne derece kompleks
ve üstün özelliklere sahip olabileceğinin delillerini sunmuştur. Allah, insana,
tek hücreli bir canlıya muhtaç yaşadığını hatırlatmıştır. Bundan öğüt alanlar,
Allah'ın rızası ve cenneti için çabalayanlar ve Allah'ı gereği gibi takdir
edenler olacaktır. Çünkü Allah, yerde ve gökte olanları boşuna yaratmamış,
onlarda, her insanın öğüt alıp Allah'a yönelmesi için deliller kılmıştır.
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç
kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin
bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta
olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson,
Boyner Yayınları, 2003, sf. 264
Yerde ve Gökte Hakim Olan
Güzellikler
Evrendeki büyüklükler ve uzaklıklar, insanın hayal gücünün çok ötesindedir.
Dünya şartlarındaki bizim için büyük olan rakamlar, evrenin tümü düşünüldüğünde
aslında oldukça küçüktürler. Örneğin, evrende 300 milyar galaksi bulunduğu
hesaplanmıştır. Bu galaksilerden sadece biri olan içinde bulunduğumuz Samanyolu
galaksisinde 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızlardan sadece biri olan
ortalama büyüklükteki Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır.
Güneş'e en yakın olan yıldız Alpha Centauri'nin Güneş'ten uzaklığı bile 78.000
kilometre gibi büyük bir uzaklıktır.
Henüz sırrı çözülememiş olan uzay ve onun içindeki milyarlarca galaksi,
kendi yörüngelerinde kendileri için belirlenmiş bir yönde hareket etmekte ve
devasa çekim kuvvetleri ile birbirlerini etkilemektedirler. Bu azametli evrende
dev büyüklükleri ile tüm yıldızlar, bunları takip eden uydular hatta bunların
üzerindeki tek bir buz veya toz tanesi, kısacası evrendeki her şey kendileri
için belirlenmiş bir kader dahilinde hareket eder. Her birinin hareketi, dönüş
hızı, sıcaklıkları, uzaklıkları Allah'ın Katında belirlenmiştir. Yerin
derinliklerindeki gözle görülmeyen küçücük bir canlıyı yaratan, onun için bir
kader belirleyen Allah, evrendeki dev yıldızları da en mükemmel şekli ile
yaratandır ve diğer her şey gibi onları da sürekli olarak Kendi kontrolü
altında tutmaktadır. Kebir olan Allah, büyüklüğünü ve kudretini, toprağın
altında yaşayan bir canlıda da, kainatın derin karanlıklarındaki dev
galaksilerde de açıkça sergileyip gösterendir.
İnsan, yerde ve gökte olan her neyi araştırırsa
araştırsın, mutlaka Allah'ın üstün ve kusursuz sanatı ile karşılaşacaktır.
Varlıkların hiç biri, tesadüfen bir özellik kazanamaz, tesadüfen mevcut düzen
ve dengelerini koruyamazlar. Bunların tümü, üstün ve sonsuz bir aklın
kontrolünde ve hakimiyetindedir. Her yerde varlığını gösteren bu üstün akıl,
alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a aittir.
Muhteşem Bir Detay:
Karıncadaki Sinir Sistemi
Küçücük bir karınca yaklaşık 500.000 sinir hücresine
sahip büyük bir iman hakikatidir. Neredeyse tüm amacı besin toplayarak yaşamını
devam ettirmek olan böyle bir canlıda bile Allah, kompleks yapısı ve üstün
iletişim sistemi ile mucizevi bir sinir ağı var etmiştir.
Bu olağanüstü sistem sayesinde karıncalar oldukça
değişik iletişim yöntemleri kullanabilirler. Avlarını bulmaktan birbirlerini
takip etmeye, yuvalarını kurmaktan düşmanlarıyla savaşmaya kadar birçok
faaliyeti sahip oldukları bu özel sinir ağının vesilesiyle
gerçekleştirebilirler. Allah'ın kendilerine sunmuş olduğu üstün donanım
sayesinde hiç bir yardıma ihtiyaç duymadan mükemmel şekilde hayatlarını
sürdürebilirler.
Oysa bir karıncanın, sahip olduğu 500.000 sinir
hücresinden haberi bile yoktur. Bir karıncanın yaşaması için bu kapsamlı
donanımı ne bir insan ona sağlayabilir, ne bilim adamları, ne de tesadüfi
olaylar... Darwin'in öngördüğü tesadüfi mutasyonlar, tek bir karıncadaki bu
muhteşem sistemin tek bir hücresini bile ortaya çıkaramazlar. Tesadüfler, bir
canlının nereden ne hissetmesi gerektiğini bilemez, buna göre yepyeni bir vücut
sistemi meydana getiremezler. Evrimcilerin öne sürdükleri evrim mekanizmaları,
söz konusu mevcut kompleks sisteme yalnızca zarar getirirler. Bu özel sistemin
sebebinin, bilinçsiz tesadüfler olması mümkün değildir.
Karıncalar, kendi bedenlerindeki kapsamlı sinir
ağına yaratıldıkları andan itibaren sahiptirler. Çünkü her canlı gibi onlar da,
her incelikte ve her olayda büyüklüğünü gösteren Rabbimiz'in eseridir ve her an
O'nun kontrolündedirler. Tüm varlıklara can veren, onları dirilten ve yaşatan
Muhyi olan Allah'tır ve Yüce sanatı, tek bir karıncada bile en mükemmel şekli
ile sergilenmiştir.
Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık
ve nurlu bir Ay var eden (Allah) ne Yücedir. O, gece ile gündüzü birbiri
ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek
isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 61-62)
Yaşamın Varlığının Sebebi Olan
Detaylardan Biri:
Dünya'nın Büyüklüğü
İnsan, ayağa kalkıp yürümeye başladığında,
üzerinde ne yukarı ne de yere doğru bir basınç hissetmez. Oturmak, yürümek,
koşmak son derece olağan işlerdendir. Oysa ayağa kalkıp yürüdüğünde, hatta
koltuğunda rahat otururken bile oldukça güçlü yerçekimi kuvvetine karşı direnç
gösterir. Bu kuvvet öylesine kararında bir orana sahiptir ki, insan, günlük
hayatında gösterdiği bu direncin farkında bile değildir.
Bunun en önemli sebebi Dünya'nın büyüklüğüdür.
Dünya eğer biraz daha küçük olsaydı yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosfer
Dünya çevresinde tutunamayacak, dağılıp gidecekti. Biz de tıpkı atmosfer gibi
yeryüzünde bir türlü sabit duramayacaktık. Eğer Dünya daha büyük olsaydı, bu
kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutan atmosfer öldürücü
hale gelecekti. Bizler, bu zehirli gazlardan korunmayı başarsak bile,
oturduğumuz yerde ağırlaşacak ve hareket edemeyecektik.
Ancak böyle bir sorun hiçbir zaman söz konusu
değildir. Çünkü Dünya'nın büyüklüğü, üzerinde bizim yaşayabilmemize olanak
verecek şekilde oldukça özel belirlenmiş bir orana sahiptir.
İnsanın yaşayabilmesi için bir araya gelen
sebepler, öylesine büyük bir hassasiyete sahiptir ki, bunlardan bir tanesinin
bile tesadüfen meydana gelmiş olması mümkün değildir. Bilim adamları Dünya'daki
yaşama elveren şartların oluşma ihtimalini hesap etmişler ve bunun 10 üzeri 123
(10123)'te bir ihtimal olduğunu belirlemişlerdir. 1 Bu
rakam, 10'un yanına 123 sıfırın gelmesiyle oluşur ve Dünya'da yaşama elverişli
bir ortamın tesadüfen oluşmasının imkansızlığını açıkça ilan eder.
Elbette Allah dilese, yarattığı tüm yıldız ve
gezegenleri yaşama elverişli kılabilirdi. Allah dilese, yarattığı insanların ne
su içmeye, ne yemek yemeye, ne belli orandaki özel gazları solumaya, ne
yerçekimi kuvvetine, ne de Güneş'e ihtiyacı kalmazdı. Her birini ayrı ayrı
yaratan Allah, dilese hiçbirini birbirine bağımlı kılmayabilirdi. Ancak sadece
yaşam için bile sayısız sebep bir araya gelmiş ve bunlar bizleri hayrete
düşüren detaylara sahip olmuşlardır. Bütün bunlar, her şeyi Allah'ın yarattığı
ve her an kontrolü altında tuttuğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmakta,
bizlere Allah'ın Yüce kudretini bir kez daha takdir edip O'na yönelme imkanı
vermektedir.
Göklerin ve yerin mülkü
O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona
bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
1. Roger
Penrose, The Emperor's New Mind, 1989; Michael Denton, Nature's Destiny, The
New York: The Free Press, 1998, s. 9
Hayranlık Uyandırıcı İnsan
Gözündeki
Mükemmel Detaylar
Elinizdeki kaleme sadece birkaç saniye için
bakarken bile gözünüzde yüz milyarlarca işlem gerçekleşir. Gözünüze gelen ışık
ışınları korneadan, gözbebeğinden ve ardından da mercekten geçer. Buradaki
ışığa duyarlı hücreler, ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve sinir uçlarına
uyarı olarak gönderir. Retinaya ulaşan görüntü orijinaline göre başaşağı
durumda ve ters taraftadır. Ancak beyin bunu yeniden yorumlayarak görüntünün
düz olmasını sağlar. Her iki gözden de ayrı ayrı görüntüler, bakılan cisme ait
tüm özellikleri toplar. Her iki gözden gelen bu görüntüleri beyin tek bir
görüntü halinde birleştirir. Nesnenin biçimini, rengini belirler ve ne kadar
uzaklıkta olduğunu saptar. Ve bütün bu işlemler, saniyenin yalnızca onda biri
kadarlık kısa bir süre içinde gerçekleşir.
Siz küçük bir noktaya bakarken de, büyük bir
gemiyi incelerken de beyninizde aynı işlemler gerçekleşmekte, baktığınız cismin
görüntüsü ağ tabakadaki 1 mm'lik noktada oluşmaktadır. Ne elinizdeki kalemin
size yakın olduğundan, ne de uzaktaki bir geminin kalemden büyük olduğundan
emin olabilirsiniz. Her birinin oluştuğu yerin büyüklüğü aynıdır. Ama
baktığınız her şeyde bir mesafe hissi vardır. Siz, neyin ne kadar uzaklıkta
olduğunu anlayabilir, önünüzdeki sehpada duran bardağa uzanıp onu almada hiçbir
zaman güçlük çekmezsiniz. Göz gibi mükemmel bir organı yaratan Allah, onu
insanın hayal gücünü aşan detaylarla donatmış, beynin kusursuz mekanizmasını da
"bir nesneyi bulunduğu yerde, tüm detaylarıyla görebilmek için"
vesile kılmıştır. Yeryüzündeki tüm insanların sahip olduğu olağanüstü
komplekslikteki gözler, Allah'ın üstün birer eseridirler.
Yeryüzündeki hiçbir teknoloji gözün başardığı
işlemleri başaramamıştır. Bu mükemmel organın sırlarını anlayabilme çalışmaları
sürekli olarak devam etmekte, bize nasıl renkli bir dünya sunduğu anlaşılmaya
çalışılmaktadır. Elbette ne birkaç santimetre büyüklüğündeki gözün, ne de görüntünün
oluştuğu milimetrelik bölgenin tek başlarına insan için renkli bir dünya
oluşturabilme güçleri olamaz. Dışarıda var olan maddeyi gören ve beyinde
yeniden yorumlayan ruhtur. İnsana Kendi ruhundan üfleyerek görme, algılama,
hissedip yorumlama gibi yetenekler veren ve bütün bunları olağanüstü sebeplere
bağımlı kılan Kadir olan Allah'tır. Yaratılan görüntü de, onu gören hayranlık
uyandırıcı gözler ve buna bağlı sayısız sistem de Allah dilediği için vardırlar
ve O'nun dilemesiyle yaratılmışlardır.
Beyindeki Üstün Nitelikli Sinir
Hücreleri
Yaptığınız her hareket, düşündüğünüz,
konuştuğunuz, hissettiğiniz her şey beyninizde oluşur. Beyninizde bunu sağlayan
haberleşme ise beyne ait sinirler, yani nöronlar tarafından sağlanır.
Bir nöronun ortalama genişliği 10 mikrondur. (Bir
mikron milimetrenin binde birine eşittir). Nöronlar o kadar ufaktırlar ki,
ortalama boyutlardaki 50 tanesi bu cümlenin sonundaki nokta işaretinin içine
sığabilir. Bir insan beyninde ortalama 100 milyar nöron vardır. Eğer bu 100
milyar nöronu her saniye birer tane olmak üzere saymak isteseydik, o zaman
bütün bu sayım işlemi 3.171 yıl sürerdi. Eğer bu 10 mikronluk 100 milyar nöronu
tek bir çizgi haline getirebilseydik, bu uzunluk tam 1000 kilometre olurdu.
İnsan vücut ağırlığının yalnızca %2'sini kaplayan bir organda böylesine uzun
bir iletişim ağının varlığı şüphesiz harikulade bir mucizedir.1
Yeryüzündeki yapay haberleşme ağlarının tümünü bir
araya getirsek, tek bir insan beyni içindeki kadar sistemli, kompleks, kusursuz
ve hızlı bir sistemi elde edemeyiz. Yaptığımız en küçük bir hareket için bile,
bu haberleşme ağı müthiş bir faaliyet içindedir. Gelmiş geçmiş, milyarlarca
insanın her biri, bu kusursuz iletişim ağına henüz anne karnındayken sahip
olmuştur. İnsan beynindeki bu üstün kompleks koordinasyona benzerlik
gösterebilecek bir teknoloji yeryüzünde yoktur.
Bu mükemmel sistemin sadece küçük bir parçası
hasar görse, sadece tek bir nöron yerine getirmesi gereken görevleri
gerçekleştiremese, bu durum beyinde elektrik iletiminin zarar görmesine ve
dolayısıyla duyu ve his kayıplarına yol açabilir. Şu durumda bu olağanüstü
hassas sistemde rastgele bir işlemin gerçekleşmesi beyin fonksiyonlarının büyük
bir kısmını, hatta tamamını işlevsiz hale getirecektir. Bu gerçek gösterir ki,
henüz sınırları anlaşılamamış olan bu benzersiz haberleşme ağının, evrimcilerin
iddia ettikleri gibi tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. İnsanın sahip
olduğu bu olağanüstü yapı, yeryüzündeki tüm canlı hücrelerini ve onlara hayat
verecek vesileleri yaratan, Celalet ve Ululuk sahibi olan Allah'a aittir.
De ki: "Yeryüzünde gezip
dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah
ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz
Allah, her şeye güç yetirendir." (Ankebut Suresi, 20)
1.
http://faculty.washington.edu/ chudler/what.html
Tüm Varlıkların Yapı Taşı Olan
Mucizevi
Bir Detay: Atom
Atomlar, bir canlı öldüğünde dağılır ve başka bir
şeyin parçası olurlar. Artık bir ağacı, bir bakteriyi veya bir yağmur damlasını
oluşturmak için birbirlerinden ayrılmışlardır. Her şeyin en temel yapı taşını
oluşturan atomlar, oldukça küçüktürler. Yarım milyon atom üstüste gelse, ancak
bir tek bir tüyün arkasına saklanabilirler. Buradan yola çıkarak tek bir atomun
büyüklüğünü hayal edebilmek neredeyse imkansızdır. Bunu anlayabilmek için şöyle
bir karşılaştırma yapabiliriz:
Milimetre, şu uzunlukta bir çizgidir: "-". Bu
çizginin bin eşit parçaya bölündüğünü hayal edelim. Bu parçalardan her biri
birer mikrondur. Mikroorganizmalar işte bu büyüklüktedirler. Tipik bir terliksi
hayvan yaklaşık 2 mikron büyüklüğündedir. Yani gerçekten çok küçüktür. Bir
damla su içinde bu canlıyı görmek isteseniz damlayı büyüterek çapını yaklaşık
12 metre yükseltmek zorunda kalırsınız. Ama aynı damladaki atomları görmek
istediğiniz takdirde damlanın çapını 24 km'ye yükseltmeniz gerekir. Başka bir
deyişle atomlar, bambaşka bir küçüklük ölçeğinde var olur. Atomların ölçeğine
inebilmek için bu mikron dilimlerinden her birini alıp kırparak çok daha ince
on bin dilime ayırmanız gerekir. Atomun ölçeği işte budur: Bir mm'nin on
milyonda biri. Bu büyüklüğü de anlayabilmek için şu kıyası yapabiliriz: Bir
atomun bir milimetrelik bir çizgiye oranı, bir parça kağıdın
"kalınlığının" Amerika'nın en yüksek binalarından Empire State'in
yüksekliğine olan oranıyla birdir. 1
Var olan her şeyi, Allah'ın dilemesiyle, bu
muazzam küçüklükteki atomlar oluşturur. Bu olağanüstü küçüklükteki yapı taşının
ise %99.9999'u boşluktur. Atomların bir araya gelip moleküller oluşturmaları
için tek sebep, %99.9999 boşluk dışında kalan kütle içinde oldukça küçük bir
yer kaplayan elektronlardır. Evrenin, güneşlerin, aslanların, tavşanların,
dağların, gökdelenlerin, uçakların, insanın ve diğer her şeyin oluşma sebebi
sadece budur.
Laboratuvarlarda kendi hücrelerini, kendi
atomlarını inceleyen evrimci bilim adamları için tek bir atomu oluşturabilme
imkanı var mıdır? Elbette olamaz. Bilim adamları henüz atomaltı parçaların
detaylarını keşfetmekten uzaktırlar. Bu durumda, neredeyse tamamı boşluk olan
bir milimetrenin on milyonda biri büyüklüğündeki parçalardan milyarlarca
kilometrelik galaksiler yaratan Allah'ın Yüce kudreti ve yaratma sanatı aklını
kullanan her insan için açıktır.
Yüce Allah, varlıkları "Ol" emri ile var
eden, onlara mucizevi detayları sebep kılandır. Atomun sebep kılındığı her
varlık, yani bu evrendeki her şey, bu özel yaratılışa en büyük delillerdendir.
O, gökleri ve yeri hak olarak
yaratandır. O'nun "Ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü
haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni
bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi,
73)
1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson,
Boyner Yayınları, 2003, sf.120
Yeryüzündeki Bitki Çeşitliliğinin
Sebebi Olan
Mucizevi Bir Detay: Tohum
Her gün üzerine basıp geçtiğimiz kara toprağın
içinden türlü güzellikte bitkilerin çıkması büyük bir mucizedir. Bir bitkinin
Güneş'e doğru yönelmesi, bütün güç ve gayreti ile yukarıya doğru uzamaya
çalışması, bu arada dallarının kalınlaşıp su ve mineralleri yerçekimine rağmen
yukarı taşıyacak bir sisteme sahip olması hayranlık verici bir olaydır.
Bitkinin kuru dallarından taze yeşil yaprakların çıkmasında, yaprakların
arasından gözalıcı renklerde ve eşsiz kokularda çiçeklerin belirmesinde, bunun
ardından tat, koku ve fayda açısından insan için özel yaratılmış meyvelerin
oluşmasında heyecan verici bir olağanüstülük vardır. Kendi içinde sayısız
karmaşık sisteme sahip bitkide gerçekleşen bütün bu mucizeler için ise 1-2 cm
çapındaki bir tohumun sebep kılınmış olması üstün bir sanattır.
Bir bitkiye ait olan her bilgi, onu meydana getiren
küçücük bir tohumun içinde saklıdır. Tohumlar ait oldukları bitkinin her
dalına, her yaprağına, şekillerinin nasıl olacağına, dış kabuğunun ne renkte ve
kalınlıkta olacağına, besin ve su taşıyan borularının genişliğine, sayısına,
bitkinin uzunluğuna, meyve verip vermeyeceğine, verecekse bu meyvelerin
tatlarına, kokularına, şekillerine, renklerine dair -kısacası bir bitkiyle
ilgili olabilecek- bütün bilgilere sahiptirler. Bu, Allah'ın tek bir küçük tane
içine yerleştirdiği olağanüstü bir bilgidir.
Evrimciler, yeryüzündeki tüm canlı varlıkların
hayali evrimsel oluşumu hakkında senaryo kurarlar. Allah'ın üstün sanatını ve
Yüce kudretini takdir edemez ve bir canlının Allah'ın dilemesiyle sahip olduğu
ve daha pek çok detayı çözülememiş komplekslikler içerdiğini hesap edemezler.
İnsanın, sahip olduğu bilinç ve imkanlarla bile tek bir meyveyi, tek bir
yaprağı, tek bir tohumu meydana getiremeyeceğini görmezden gelmeye çalışırlar.
Oysa bu açık bir gerçektir. Evrimciler yeryüzündeki tüm bilgi ve teknolojiyle
bile, bitkinin tek bir canlı hücresini meydana getirememektedirler. Bu
yaratılışı sürekli gerçekleştirmekte olan, alemler yaratan ve bunların içinde
sanatını sergileyen Yüce Allah'tır. Onun ilmi ve sanatı her yeri kaplamıştır.
Üstün ve güçlü olan Allah'ın benzersiz eserleri karşısında evrimciler, sürekli
olarak yenilgiye uğramaktadırlar.
Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u
gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer
dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle
şaşar-kalırdınız. (Vakıa Suresi, 63-65)
Elektriği Hissedebilen Canlılardaki
Göz Alıcı Detaylar
Canlıların ısı dışında elektrik de yayma
özellikleri vardır. Bir canlıya yaklaştığınızda yaydığı elektriği fark
edebilmeniz zordur, çünkü hava yalıtkandır. Söz konusu elektriğin
hissedilebilmesi için iletken bir ortam ve bunu fark edebilecek özel bir
donanım gerekmektedir. Doğal iletken olan su ve suda yaşayıp vücuttaki elektrik
akımından faydalanan bazı canlılar buna bir örnektir.
Suyun içinde elektriği hissedebilen ve bu hisse
göre hareket edebilen bir canlı çok etkili bir duyuya sahip olmuş olur. Köpek
balıkları, bu önemli avantaja sahiptirler. Sudaki tüm titreşimleri, suyun
ısısındaki değişimleri, tuzluluk oranını ve özellikle de hareket halindeki
canlıların yol açtığı elektrik alanındaki küçük değişiklikleri bile
hissedebilirler.
Köpek balıklarının vücutlarında, içi jöle dolu çok
sayıda oluk mevcuttur. "Lorenzini ampülleri" olarak adlandırılan bu
özel organlar, mükemmel birer elektrik algılayıcısıdır. Köpek balıkları ve
vatozlar bu algılayıcılarını kullanarak avlarını bulurlar. Öyle ki köpek
balıkları, bir voltun 20 milyarda biri büyüklüğündeki akımları bile hissedebilirler.
Bu muazzam bir güçtür. Evlerde bulunan kalem pilleri düşünün. Sadece 1.5
voltluk olan bu pillerden iki tanesini denizin içinde birbirinden 3000
kilometre uzağa koyduğumuzda köpek balıkları bu pillerin yaydığı akımı
hissedeceklerdir. 1
Bir canlının, yaşadığı ortama uygun ve kendisi
için hayati olan son derece özel bir sistemle donatılması, ancak onu var eden,
ihtiyaçlarını ve bulunduğu ortamı bilen ve tüm bunları bir canlıda yaratmaya
kadir olan Yüce Kudret'in dilemesi ile mümkündür. Bu üstün Gücün sahibi, Alim
ve Aziz olan Allah'tır.
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği
hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir
(dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of
Animals, Published by BBC Worldwide Ltd., London 1999, s. 17
Vücudun Denetimine Vesile Olan
Önemli Bir Detay:
Hipofiz Bezi
İnsan beyninde yaklaşık 0.5 gr. ağırlığında,
bezelye tanesi büyüklüğünde bir et parçası bulunmaktadır. Bu ufak et parçasına,
Allah'ın dilemesiyle, vücudun tümünü yönetme ve denetleme görevi verilmiştir.
"Hipofiz bezi" adı verilen bu organ, yeryüzünün en kompleks, en
hatasız ve en hayati idarecisi olarak yaratılmıştır. Sayısız hormona görevler
dağıtır, hiçbir aksama olmadan her birini denetler ve mutlaka her biri için
belirlenmiş bir işi vardır.
Aynı anda başımızı ve kollarımızı hareket ettirir,
duyar, görür, gülümser, konuşur ve dokunuruz. Bizimle konuşulanları anlar,
zihnimizde çeşitli yorumlar yaparız. Bize gelen tüm hisler ve yaptığımız tüm
hareketler, hormonların vesilesiyle gerçekleşmektedir. Eş zamanlı olarak
gerçekleşen yüzlerce iş, eksiksiz ve rötarsız olarak hipofiz bezinin kontrolü
ile yerine getirilir. Bir insan bedeninde hormonların bazılarının geç hareket
etmesi, bazılarının da aldıkları mesajı iletmeyi başaramadıkları bir durum söz
konusu değildir. Karşımızdaki kişinin bizimle konuştuğunu görüyorken, ondan
gelen sesi dakikalar sonra duyduğumuz veya elimiz kaynar su ile yanarken, yanma
hissinin bize hiçbir zaman ulaşmadığı, dolayısıyla biz bunu fark edene kadar
elimizde ciddi bir yanık oluştuğu bir durum, özel hastalık durumları dışında,
muhtemelen hiç söz konusu olmamıştır. Çünkü kendisi de protein, su ve yağdan
oluşan 0.5 gr. ağırlığındaki bir et parçası olan hipofiz bezi, tüm haberleşmeyi
kusursuz gerçekleştirmek için görevlendirilmiştir. Onun yaratılması da, yaptığı
işlerin kontrolü de alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
Yeryüzündeki her varlığın her yaptığı iş, ancak
Allah'ın dilemesiyledir. Hiçbir varlığın kendine ait, Allah'tan bağımsız bir
gücü yoktur. Allah dilediği takdirde, yarattığı her varlıkta Kendi kudretini,
gücünü ve yüceliğini dilediği şekilde tecelli ettirir. Hem bedenimizde hem de
çevremizde gördüğümüz, göremeyip de bilgisine sahip olduğumuz her şey, Allah'ın
Yüce varlığının birer tecellisidir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur.
O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O,
herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri
idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. Gerçek şu ki size Rabbinizden
basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa
(görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim.
(Enam Suresi, 102-104)
Kar Üstünde Yaşayan Kutup Ayılarını
Soğuktan Koruyan Mükemmel Detay
İnsan bedeninde olağanüstü sistemler vardır. Nasıl
işledikleri, nasıl kesintisiz hareket ettikleri, sorunlar karşısında nasıl
"tedbirler" alabildikleri ve nasıl hata yapmadıkları gerçek anlamda
hayranlık vericidir. Ancak bu üstünlük yalnızca insana verilmiş bir ayrıcalık
değildir. Yeryüzündeki tüm canlılar, dev balinalardan karıncalara, tek hücreli
alglerden kaplanlara kadar her biri, birbirinden küçük ya da büyük farklara
sahip ama benzer derecede hayranlık uyandıran donanımlara sahiptirler.
Yeryüzündeki bu olağanüstülüğe şahit olup da bir insanın, Allah'ın eserlerini
inkar edebilmesi gerçek anlamda bir mucize, ayette belirtildiği gibi büyük bir
cahillik özelliğidir:
Gerçek şu ki, Biz onlara melekler
indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık,
-Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu
cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)
Örneğin kutup ayıları, tüm donanımlarıyla
buzullarla kaplı soğuk ortamda yaşamak üzere yaratılmışlardır. Bir kutup ayısı,
ayak parmaklarının arasındaki oyuklar sayesinde buz yüzeyini vakum etkisiyle
kolaylıkla kavrar. Böylelikle buz üzerinde uzun mesafeleri kaymadan rahatça
yürüyebilir. Parmaklarının arasındaki ağımsı yapı sayesinde ise, saatte 10 km
hızla yüzebilir ve 100 km gibi bir mesafeyi hiç dinlenmeden katedebilir. Sahip
olduğu 5 cm kalınlığındaki özel kürkünün beyaz görünen tüyleri aslında şeffaftır.
Fiberoptik özellikteki bu tüyler ısı kaybını önlerken, güneş ışınlarının
sıcağını alttaki siyah renkli tüye kadar iletir. Kürkünün hemen altında ise,
yine soğuktan koruyucu özellikte 10 cm kalınlığında bir yağ tabakası vardır.
Kutup ayısının kürkü yüzmeye de elverişlidir. Suyun içinde tüyler birbirine
yapışarak koruyucu bir kalkan oluşturur ve su geçirmez bir dalış elbisesi
görevi görür. Tüm bu özellikler sayesinde kutup ayısı, 37 derecelik vücut
sıcaklığını suyun içinde veya buzun üzerinde mutlaka korur.
Saydığımız tüm bu özellikler, yeryüzündeki bir
canlının yaşamını devam ettirebilmesi için çok büyük öneme sahiptirler.
Yeryüzündeki varlıkların çok detaylı ve kusursuz yapıları, bunların tesadüfen
meydana gelemeyecekleri, hatta tüm bunlara insanın bile güç yetiremeyeceği
gerçeğini açıkça ortaya koyar. Her şeyi kusursuz yaratan Allah'tır. Kutup
ayısının soğuktan korunma sisteminde de bu gerçek açıktır. Bu canlıyı
buzulların içine yerleştiren de, onu bu şartlara göre korunaklı donanımlarda
yaratan da Allah'tır. Bu gerçek insana sürekli olarak, tüm varlıkların
durumlarını ve davranışlarını mutlak iradesiyle takdir eden, Mukaddir olan Allah'ın
büyüklüğünü hatırlatmaktadır.
Kendinden (bir nimet olarak)
göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda,
düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Bir Çift Gözdeki Üstün Detaylar
Bu satırlara baktığınız anda gözünüzden beyninize saatte
500 km hızla bir elektrik akımı ilerlemeye başlar. Bu akım, 600 bin sinir
arasından herhangi biri ile beyne iletilir. Akım iletildiğinde, siz de
karşınızdaki satırları okumaya başlarsınız.
Göz, 600 bin sinirle beyne bağlanır. Aynı anda 1.5
milyon mesaj alıp bunları düzenler ve saatte 500 km'lik hızla beyne gönderir.
Tek bir noktaya baktığınızda, aslında birbirinden farklı yüzlerce detay
görürsünüz. Göz, bunların hepsinden gelen mesajları ayırt eder, hepsini
değerlendirir ve her birini beyne iletir. Elinizdeki kitap size oldukça
yakınken, aynı anda arka planda gördüğünüz manzara oldukça uzaktır. Ama her
birini aynı netlikte görürsünüz. Baktığınız yerdeki tek bir detay bile ihmal
edilmez, tek bir nokta bile bulanık değildir. Karşınızdaki manzara ne kadar
fazla detay içerirse içersin, o manzara içinde hareket eden küçük bir
karıncanın bile görüntüsü beyninize mutlaka ulaşır.
Hiçbir kamera, hiçbir televizyon bu netliği
sağlayamamıştır. Hiçbir teknoloji ile göz vesilesiyle sağlanan mükemmelliği ve
görüş hızını elde etmek mümkün değildir. İnsan, kendisine doğuştan verilmiş olan
bu nimetten mahrum kalsa, etrafını tekrar görebilmek için yine bu kusursuz
sisteme ihtiyaç duyacaktır. Bu da, ancak Allah'ın dilemesiyledir.
İnsan için, henüz anne karnında küçük bir embriyo
iken yaratılmış bu özel nimet, Müstean olan yani Kendisi'ne her an ihtiyaç
duyulan ve Kendisi'nden her an yardım beklenen Allah'ın bir ikramıdır.
De ki: "Sizi inşa eden
(yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az
şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)
Tat Alma Hücrelerindeki Üstün Detay
10 gün önce tadıp beğendiğimiz bir yemeğin tadını
hatırlayabiliriz. Bu yemeği tekrar yesek, daha önce aldığımız aynı tadı alır ve
aynı zevki duyarız. Çünkü yemeğin tadı bize tanıdıktır. Ancak ilginç olan,
dilimizde bulunan tat hücrelerinin 10 gün öncekilerle aynı olmamasıdır.
Tat hücreleri, vücut sıcaklığının oldukça üstünde
veya altındaki gıdalarla, asitli besinlerle her gün muhatap olurlar. Sıcak bir
çay, buzlu bir meyve suyu, koyu bir kahve veya ekşi bir greyfurt suyu onları
belli ölçüde yıpratır. Yıpranan ve zamanla görevlerini tamamlayan tat
hücrelerinin yerini almak üzere tat tomurcuğunda yeni hücreler olgunlaşır ve
eskilerinin yerini alırlar.
İnsanın farkında bile olmadığı bu işlemler o kadar hızlı
gerçekleşir ki, bazen akşam yemeğinde kullandığımız tat hücreleri
kahvaltıdakilerden farklıdır. Ama yine de sofrada yediğimiz yemeklerin
tatlarını ilk defa algılıyor olmayız. Hiçbir zaman bir elmanın lezzetine
şaşırmayız. Çünkü yeni oluşan her hücre, geçmişteki hücrelerin sahip olduğu
bilgiyle donatılır.
Bedenimizdeki tüm diğer hücreler de sürekli
yenilenir, ama hiçbir zaman burnumuzun şekli veya saçımızın renginde bir
değişme olmaz. Yeni üretilen hücreler yerleşmeleri gereken yeri şaşırıp vücudun
herhangi başka bir yerinde şekil bozukluğuna sebep olmazlar.
Ömrünü tamamlayan tat
hücreleri eğer yenilenmese, tat alabilmek için yapılabilecek pek bir şey
olmazdı. Yediğimiz şeyin lezzetli bir yemek veya bir tahta parçası olması bir
şeyi değiştirmezdi. "Tatlı"nın neye benzediğini unutur, zehirli veya
bozuk bir yiyeceğin farkına bile varamazdık. Çünkü bu üstün işleve ve bu güzel
nimete vesile olan, özel olarak yaratılmış tat hücreleridir. Onları mükemmel
bir hafıza ve üstün bir yenilenme sistemi ile yaratan ise, tüm varlıkların
Yaratıcısı ve hakimi olan Yüce Allah'tır. Bu ve bunun gibi binlerce nimet,
kullarına karşı iyiliği bol olan Allah'ın bir ikramıdır. Allah, karşılıksız
bağışlayan ve rahmeti bol olandır.
Hamd, göklerde ve yerde olanların
tümü Kendisi'ne ait olan Allah'ındır; ahirette de hamd O'nundur. O, hüküm ve
hikmet sahibidir, haber alandır. (Sebe Suresi, 1)
Sahip Olduğumuz En Büyük
Nimetlerden Biri:
Su
Yeryüzünün 3/4'ünü, insan bedeninin ise yaklaşık
%70'ini su oluşturmaktadır. Su, insanın sahip olduğu her hücreye girer,
içindeki her damarda dolaşabilir. 100 trilyon hücrenin her birine besin taşır,
oksijen ve enerji verir. Su, yaşam için benzeri olmayan bir nimettir.
Bedenin hayatta kalabilmesi için vücudun her yerini
dolaşabilme yeteneğindeki su, eğer şu an olduğundan daha akışkan olsaydı,
canlıların yapıları suyun tahrip edici etkisi ile karşılaşacak ve buna pek uzun
bir süre dayanamayacaklardı. Hassas moleküler yapıların su tarafından
desteklenmesi mümkün olmayacak, canlı hücresinin son derece narin olan yapısı
yaşamını sürdüremeyecekti. Eğer su şimdikinden daha az akışkan olsaydı, protein
ve enzimler gibi makromoleküllerin ve küçük organellerin kontrollü hareketleri
sona erecek, hücre bölünmesi imkansız hale gelecekti. Hücrenin tüm yaşamsal
faaliyetleri fiili olarak donacaktı. Hücreler birer birer ölecek ve sonuçta
organizma için de ölüm kaçınılmaz olacaktı.
En küçük bir molekülden okyanuslardaki balinalara
kadar yeryüzündeki her şey suya muhtaç olarak yaratılmıştır. Su ise, tüm
yeryüzü, canlılar, canlı bedeni ve bedenin içindeki en küçük moleküle kadar her
şeye fayda getirebilmek için çok özel bir akışkanlık değeri ile var edilmiştir.
İnsan bedenindeki hücrelere ulaşabilecek aynı özelliklerde bir başka sıvıyı
üretmek günümüz teknolojisiyle mümkün olmamıştır.
Allah, insanın var etmeye gücünün yetmeyeceği
muhteşem detayları, insan için büyük bir gereksinim haline getirmiş ve bolluk
içinde ona ikram etmiştir. Bunun hikmetlerinden biri, düşünüp kavrayabilen
insanlara Allah'ın kudretini hatırlatmak ve verdiği nimetlere şükretmelerini
sağlamaktır. İnsanı yaşatan unsurlardan sadece bir tanesinin üzerinde düşünmek,
bütün varlıklar üzerine hakim olan Allah'ın büyüklüğünü takdir edebilmek için
başlıbaşına vesiledir.
Allah gökten su indirdi,
ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda
gerçekten bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 65)
İnsan Beyni ve Sahip Olduğu Üstün
Enerji
Beyin, yaklaşık olarak %80 su, %10 yağ ve %8
proteinlerden meydana gelir. Geri kalan bölümünü ise, karbonhidrat, tuz ve
diğer mineraller oluşturmaktadır. Beyindeki her sinir, elektrokimyasal
sinyaller alarak işler. Sinir ağları, çok sayıdaki bağlantılarını zayıflatarak
veya güçlendirerek anıları saklarlar. Ve bunun sonucunda da hafıza oluşur.
Alışılmadık durumlarla karşılaşılması, örneğin ilk defa bakılan bir portre,
hücrelerin kendi aralarında farklı düzenlemelere girmelerine neden olur. İlgili
sinirler aniden bağlantılarını güçlendirir ve karşılaşılan durumu tanımlamaya
çalışırlar. Kaydedilen veriler, ikinci deneyimde, işlemin daha hızlı
gerçekleşmesini sağlar. Dolayısıyla aynı portreye ikinci defa bakıldığında
portre artık tanıdık gelecektir. Yaşam boyu tekrarlanan işlemler, genel bir
görüntü olarak beyinde saklanır. Beyinde hafızaya kaydedilen her an, 100 milyar
sinirin saatte 400 km hızla yaptığı 1000-500.000 arasındaki bağlantı
vesilesiyledir.
Bu müthiş kapasiteye sahip olan beyin, loş bir lambayı
aydınlatabilecek kadar enerji kullanmaktadır. Vücut ağırlığının sadece 50'de
biri olan beyin, vücudun tüm oksijen ve glikoz ihtiyacının 1/5'ini
tüketmektedir. Beyin öylesine önemlidir ki, kalpten çıkan ilk kan ona
gönderilir, herhangi bir sebeple bedende kalan az miktarda kan ise, öncelikle
onu hayatta tutmaya çalışır. Kalp, damarlar ve tüm diğer organlar, adeta bu
gerçeği bilirler.
Beyinde meydana gelebilecek en küçük bir hasar,
insanı sakat bırakabilir veya öldürebilir. Beyin öylesine hassastır ki,
elektrik sinyallerinin tek bir sinire ulaşamaması, insana dış dünyayı
hissettiren duyularından bir tanesini kaybettirebilir. Beyindeki tek bir nokta
bile tesadüfen oluşamayacak, tesadüfen değişemeyecek kadar kusursuz bir donanım
ve organizasyona sahiptir.
İnsan beynindeki bu mükemmellik insana verilmiş
büyük bir nimettir. Bu büyük nimet, kullarına karşı iyiliği çok olan (Berr),
kusursuzca var eden (Bari) ve kudret sahiplerinin üzerinde olan (Mütekebbir)
Allah'ın üstün yaratma sanatıdır.
O, size ayetlerini gösteriyor ve
sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt
alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
Atomdaki Hayranlık Uyandırıcı Detay
Atom, çekirdeğinde birbiri ile yapışık haldeki
proton ve nötronlar ile çekirdeğin çevresinde hızla dönen elektronlardan oluşur.
Çekirdek, nötronun yüksüz olması ve protonun artı yüklü olması sebebiyle artı
yüklüdür. Elektron ise, protonun taşıdığı artı yük oranında eksi yük
taşımaktadır.
Eğer proton ve elektronun elektriksel yükleri eşit
olmasaydı evrendeki tüm atomlar, protondaki fazla artı elektrik nedeniyle, artı
yüklü hale gelecek ve birbirlerini iteceklerdi. Bunun sonucunda ise insanlar da
dahil olmak üzere yeryüzündeki her şey, tüm denizler, dağlar, Güneş
Sistemi'ndeki tüm gezegenler ve evrendeki bütün gök cisimleri aynı anda sayısız
parçaya ayrılıp yok olacaktı.
İnsan sakin yaşamı boyunca, ne birbirini çekmekte
olan atomaltı parçacıklarının, ne çekirdek etrafında hızla dönen elektronların,
ne de bunların içindeki hassas denge ve güçlerin farkındadır. Bir atomun,
ayrılan en küçük parçasında bile öyle nefes kesici detaylar vardır ki, tüm
bunları insandan, insanın bildiği her türlü dünyevi güçten çok daha büyük bir
gücün, mutlak irade sahibi olan Allah'ın var edip yarattığı açıktır.
İnsan, oldukça hassas ve inceliklerle dolu bir sistemin
içinde yaşamasına rağmen hiçbir zaman zorluk ve endişe içinde değildir; çünkü
bu hassas sistem, kusursuz şekilde yaratılmıştır. Buna rağmen çoğu insan sahip
olduğu bu nimetlerin farkında değildir. Eğer bu nimetlerden biri elinden
alınsa, insan o zaman ne kadar aciz olduğunu ve o güne kadar büyük bir rahmetle
kuşatıldığını anlayabilir. Ancak imtihan olarak yaratılan dünya hayatında
önemli olan, insanın nimet ve rahmet içindeyken şükredici olması, Allah'a
yönelmesidir. Bu dünya hayatının yaratılma amaçlarından biri, hangi insanların
nimetleri hakkıyla takdir edebileceğini, hangilerinin gaflet içinde nankörlük
edeceğini belirlemek içindir. Aklını kullanan ve iman eden bir insan için
yapılması gereken, bütün bu nimetleri Yüce Allah'ın dışında bir gücün
veremeyeceğini bilmek ve bunu sürekli olarak tefekkür etmektir.
O inkar edenler görmüyorlar mı
ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve
her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi,
30)
Muhteşem Isı Reseptörlerini
Kullanan
Sivrisinekler
Etrafta bir canlının varlığını anlayabilmek için o
canlının ısı yayması sivrisinekler için yeterlidir. Çünkü sivrisinekler oldukça
hassas ısı reseptörlerine sahiptirler. Çevrelerindeki her şeyi ısılarına göre
farklı renklerde algılarlar. Bu algılama ışığa bağlı olmadığı için bir
sivrisinek için karanlık bir odada kan damarlarını seçebilmek hiç de zor
değildir. Sivrisineğin ısı reseptörleri 0.05 C derece kadar küçüklükteki ısı
farklılıklarını bile hissedebilecek kadar hassastır. 1
İnsan, böyle bir yeteneğe sahip değildir. Allah bu
üstün yeteneği, insandan kat kat küçük bir sivrisineğe vermiş ve bununla yön
bulmasını, kendisine yiyecek sağlamasını ve tehlikelerden korunmasını
sağlamıştır. Büyüklüğü 1 cm'yi bile bulmayan bir canlıda bu üstün algı
sistemini var edecek Allah'tan başka hiçbir güç yoktur. Yeryüzünde, ısıya göre
hareket edebilecek böylesine küçük ve kusursuz bir mekanizma meydana getirip
sonra ona can verebilecek hiçbir irade yoktur. Bunun, kör tesadüflerin bir
eseri olarak kendi kendine gelişmiş olduğunu iddia etmek ise kuşkusuz son
derece mantıksızdır.
Tarafsız düşünebilen mantıklı her insan, herhangi
bir tesadüfi olayın, değil mükemmel yapıdaki kompleks sistemleri oluşturmak,
aksine onu bozup yıkıma uğratacağını bilir. Bu gerçek apaçık ortadadır.
Sivrisinekte üstün nitelikteki ısı algılama sistemini yaratan, her şeye şekil
ve suret veren, onları her an kontrolü altında tutup gözetleyen, alemlerin
Rabbi olan Yüce Allah'tır.
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Andolsun,
Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah'tan
korkup-sakının" diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz,
göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan,
hamde layık olandır. (Nisa Suresi, 131)
1.
http://www.colostate.edu/Depts/Entomology/
courses/en507/papers_1997/roachell.html
Üstün Hafızasıyla Fındıkkıran Kuşu
Şu ana kadar tespit edilmiş, hafızası en güçlü
kuş, fındıkkıran kuşudur. Bu kuş, Kuzey Amerika'da büyük kayalık dağların
çevresinde ve Büyük Kanyon'da yaşar. Besin maddesi ise çam fıstığıdır. Ancak bu
fıstıklar, sadece Eylül ayının birkaç haftasında yenilebilir durumdadırlar.
Dolayısıyla, kuşun diğer zamanlar için fıstıkları saklaması gerekmektedir.
Bunun için yer belirler. Çam ağaçları ile kuşun fıstıkları saklamak için
belirlediği yer arasında kimi zaman 20 km'yi aşan uzaklıklar olabilmektedir.
Fındıkkıran kuşu, çamlardan topladığı fıstıkları, saklamak amacıyla belirlediği
yerlere gömmeye başlar. Fıstığı tek hamlede sert toprağın içine sokar ve bazen
de işaret için üzerine bir taş bırakır. Hareketli geçen 3 hafta boyunca
fındıkkıran kuşu sürekli olarak fıstık toplar. Uçtuğu sırada yer şekillerini,
uğradığı ağaçları, kaya yamaçlarını mucizevi şekilde hatırlar ve bunları
kafasında canlandırdığı haritaya ekler. Fındıkkıran kuşunun, bu kısa ve verimli
dönem boyunca Büyük Kanyon'un yüzlerce kilometrelik alanına dağıtarak gömdüğü
100 bin fıstığın yerini ezberlemesi gerekmektedir.
Fındıkkıran kuşu, önündeki aylar boyunca
beslenebilmek için ezberlediği haritaya ihtiyaç duyacaktır. Eğer gömdüğü
fıstıkların nerede olduğunu hatırlayamazsa hayatta kalamaz. İşaretleri birer
fotoğraf şeklinde hatırlaması da zordur, çünkü kar manzarayı değiştirmiştir.
Dolayısıyla bıraktığı işaretler de yok olmuştur. Ama bu durum, kuşun kafasını
karıştırmaz. Gömdüğü yaklaşık 100 bin fıstığın %90'ını bulur. 1
Bir kuşun, yemesi gereken besinin yılın belli bir
döneminde sona ereceğini, bu nedenle hayatta kalması için bunları saklaması
gerektiğini bilmesi kuşkusuz imkansızdır. Ona, besin maddesini, kış için
belirli yerlere gömmesi gerektiği öğretilmemiştir. 100 bin fıstığı gömdüğü
yerleri tek tek aklında tutması gerektiğini bilmesi mümkün değildir. Ancak bu
canlı, bunların tümünü mükemmel şekilde yapar. Çünkü yeryüzündeki her varlık
gibi o da Allah'ın ilhamıyla hareket eder. Bir yıl boyunca, hakkında hiçbir
belirti olmayan binlerce fıstığı hiç zorlanmadan bulabilmesi için ona tüm
bunları yapmasını ilham eden, onu yaratıp var eden Allah'ın gözetimine ve
yardımına ihtiyacı vardır.
Yarattığı varlıklar üzerinde gözetici olan ve
onlara sınırsızca, hesapsızca ve bilinemeyecek yerlerden sürekli olarak rızık
veren Allah'ın yaratması gözler önündedir. Küçücük bir kuşta sergilenen bu
detay, Allah'ın büyüklüğünü ve Yüceliğini bir kez daha en güzel şekli ile
sergilemiştir.
Kendi rızkını taşıyamayan nice
canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.
(Ankebut Suresi, 60)
1.
http://en.wikipedia.org/wiki/Clark's_Nutcracker
Bize Nimet Olarak Verilmiş
Hayranlık Uyandırıcı Bir Detay:
Deri
Bize düzgün bir görüntü veren, bedenimizin içinde
süren olağanüstü hareketliliği gizleyen ve dış dünya ile bağlantımızı sağlayan
en önemli duyulardan birini, "hissetmeyi" sağlayan kusursuz bir
kılıftır deri. İçinde algılayıcı sinirler, dolaşım kanalları, havalandırma
sistemleri, ısı ve nem ayarlayıcıları gibi sayısız faktör görev yapar. Deri;
hem sağlam, hem de esnektir. Bir başka deyişle, bir arada olması neredeyse
mümkün olmayan iki özelliğe birlikte sahiptir.
Deri, vücutta 2m2'lik bir alanı kaplar
ve ağırlığı 3 kg'dır. Deri hücreleri ortalama bir hafta yaşarlar. Sonra ölür ve
yenilenirler. İnsanın yaşamı süresince 20 kg deri hücresi üretilir. Derinin her
cm2'sinde temasları algılamayı sağlayan ve bulundukları yere göre
değişik görevler üstlenen duyu hücreleri bulunmaktadır. Örneğin kaynar suya
eliniz değdiğinde, alıcılar devreye girer ve ilk olarak sıcağı sonra da acıyı
hissetmenizi sağlarlar. Derinin üzerindeki alıcıların 30.000 tanesi sıcaklığı
algılarken, 3.500.000 tanesi de acıyı hisseder.
Deri, bir insanı sarıp kuşatan mükemmel bir
kılıftır.
Dış etkenlerden olumsuz etkilenmeyen, müthiş bir
esnekliğe sahip olan, her mm2'sinden vücuttaki sinirlere, oradan da
beyne mesaj iletebilen, sürekli olarak yenilenen ve sinir ve damar ağından
oluşan bir insanın suretini mükemmel kılan bu özel eser, açıkça bir mucizedir.
Allah bu mucizeyi her insanda var eder. Allah, bu mucizenin en küçük parçasına
bile his verir. Allah bu mucizeyi o kadar kusursuz yaratmıştır ki, günümüz
teknolojisi ile bir benzerinin yapılması imkansızdır.
Allah yarattığı bu kusursuz kılıf ile bizleri
korur, bizlere dokunma nimetini verir ve bizlere güzel suretler bağışlar. Bu
mükemmel nimet ve kusursuz detay, Allah'ın üstün ilmi ile insana özel olarak
yaratılmış ve ikram edilmiştir.
Allah, yeryüzünü sizin için bir
karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel
(bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte
sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)
Hücrenin İçindeki En Temel Detay:
Protein
Hücrenin yapı taşlarından olan protein,
aminoasitlerin sıralı dizilimi sonucunda oluşur. Bir proteinin oluşması için
pek çok temel şart vardır. Bunlardan bazıları:
Aminoasitlerin peptid bağı adı verilen oldukça özel bir
bağ ile bağlanmaları,
Tümünün "sol-elli" olması,
Ve özel bir dizilim ile bir araya gelmeleri
gerektiğidir.
100 aminoasit uzunluğundaki küçük bir protein
zincirinde bile bütün aminoasitlerin tesadüf eseri sol-elli olması, yine
tesadüf eseri özel belirlenmiş bir sıralama ile bir araya gelmesi, üstelik yine
tesadüfi olarak birbirine peptid bağı ile bağlanmış olması hiçbir şekilde
mümkün değildir. Bu ihtimallerin hiçbirinin tesadüfen mümkün olamayacağını
gören bilim adamları bu konuda bir hesaplama yapmışlar ve böyle bir ihtimalin
yaklaşık 10190'da 1 olduğunu tespit etmişlerdir. (Bu sayı 10
sayısının yanına 190 sıfır gelmesiyle oluşur). Böyle bir ihtimalin
gerçekleşebilmesi için Dünya'nın yaşı kadar uzun bir süre verilse bile, bu
proteinin tesadüflerin eseri olarak oluşması imkansızdır. Nitekim matematiksel
olarak da 1050'de bir ihtimalin "sıfır" olarak kabul
edildiğini de göz önünde bulundurduğumuzda, bu gerçek çok daha açık bir şekilde
ortaya çıkar. Çünkü 10190 sayısı, yaklaşık 4 tane 1050
sayısından oluşmaktadır. (1050.1050.1050.1040=10190)
Proteinler, hücrelerin hem inşaat malzemesini hem
de çok karmaşık makinelerini oluştururlar. Tüm bedeninizin, daha geniş bir
ifadeyle tüm canlılığın temelidirler. Tek bir proteinin kendi kendine,
tesadüflerin eseri olarak oluşma ihtimali imkansızken, bu mükemmel yapının
hücrenin temelini oluşturması, bu kadar çok proteinin bir araya gelmiş ve
sürekli olarak yeniden üretiliyor olması, evrim teorisini temelinden geçersiz
kılan oldukça önemli bir gerçektir.
Allah, kendi kendine oluşması imkansız olan bu mükemmel
hammaddeyi insanlara tanıtarak Kendi yaratma sanatının üstünlüğünü
göstermektedir. İnsan, kendisini oluşturan sayısız proteinin varlığını sadece
birkaç saniye düşünerek, Allah'ın her an bir mucize yaratmakta olduğu gerçeğini
tüm açıklığıyla görebilir. Kendisine verilmiş bu büyük nimet karşılığında
yapması gereken ise yalnızca şükredici olmaktır.
Öyle ki onların, Rablerinden
gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,)
onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit
etmiştir. (Cin Suresi, 28)
Kusursuz Arıtma Sistemi: Böbrekler
Sadece 10 cm büyüklüğünde bir makine icat etmek ve
bunun içine kan, su ve diğer sıvıları tam olarak arıtabilecek bir sistem kurmak
oldukça zordur. Arıtma işi için bir tesis gerekir. Yaklaşık 10 cm'lik bir alan
içinde bunu başarmak ise, hem işlemin gerçekleşmesi hem de sonuçları açısından
yeterli olmayabilir. Su veya diğer sıvıların temizlenmesi belki başarılabilir
ama insan için gerekli olan temiz kanın sağlanması, böylesine küçük bir cihazla
henüz başarılamamıştır.
Ama şu bir gerçektir ki, dünyadaki insanların
tümü, aslında bu özel arıtma sisteminin mükemmel bir örneğine sahiptirler.
İnsanın sahip olduğu böbrekler, yaklaşık 10 cm büyüklüğünde, 100 gram
ağırlığındadır. Bedeniniz, yaklaşık 1 milyondan fazla mikro arıtma tesisini bu
10 cm içinde barındırmaktadır. Size hayat veren her şeyi taşıyan kan, bu mikro
arıtma tesislerinde sürekli olarak temizlenir. Tüm hücre ve dokularınıza ulaşan
suyun da yoğunluğunu ayarlar. Böbrekler, dokularınızda bulunan sıvı miktarını
ve bu sıvının yoğunluğunu bilir, vücutta gerekli düzenlemeleri yapar ve
Allah'ın dilemesiyle yaşamınızı sorunsuz devam ettirmenize vesile olurlar.
Böbrekler görevini yapmadığında ise nasıl bir
durum söz konusu olur herkes az çok bilir. Dev makinelerle haftada birkaç kere
gerçekleştirilen diyaliz işlemi yeni bir böbrek nakledilinceye kadar külfetli
bir çözümdür hasta için. Cihazın yetersiz kaldığı anda ise ölüm gerçekleşir. Bu
olağanüstü arıtma tesisinin önemini ve mucizevi yönünü görebilmek için kuşkusuz
bu örnek yeterlidir. Bu mükemmel organ henüz taklit bile edilememişken,
evrimciler tarafından bunun tesadüflerle ortaya çıktığının öne sürülmesi
kuşkusuz son derece mantıksız ve delilsiz bir iddiadır.
Bu sistem kuşkusuz olağanüstüdür ve tesadüfen
oluşamayacak kadar çok detay ve kusursuzluk içerir. Çünkü bu sistem, insanı
kusursuz bir mükemmellik içinde yaratan Allah'ın sanatını temsil eder. Bir
insanın Allah'ın büyüklüğünü görüp iman edebilmesi için sahip olduğumuz bu
organ başlı başına yeterlidir.
Size her istediğiniz şeyi verdi.
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç
yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim
Suresi, 34)
Buzun Altında Yaşama Olanak Veren
Üstün Detay
Suyun neden şeffaf renkte olduğu, kumun nasıl olup da
saydam bir cam haline gelip yaşantımızın en önemli parçalarından birini oluşturduğu
veya dev bir geminin nasıl olup da suya batmadan okyanuslar üzerinde seyrettiği
belki de üzerinde pek de düşünülmeyen konulardır. Tüm bunlara yaşam boyunca
öylesine alışılmıştır ki, kum yüksek ısıda cam haline dönüşmese, yaşamın nasıl
bir hal alacağı belki de kimsenin aklına gelmemiştir. Oysa, yaşamdaki büyük
öneme sahip pek çok ayrıntı üzerinde biraz düşünmek, her birinin benzer ve
bazen de hayati detaylarla donatıldığını gösterecektir.
Bu detaylardan bir tanesi de sudur. Bir bardak su,
sıfırın altında bir derecede bekletildiğinde buz haline gelecektir. Suyun buz
haline dönüşmesi, hayatımızdaki doğal olaylardan bir tanesidir. Ancak suyun buz
haline gelmesinin ardındaki detaylar, bilinen fizik kanunlarının dışındadırlar.
Allah'ın özel bir amaç üzere yarattığı sudaki özel detaylar, Dünya üzerindeki
yaşamın sebeplerinden birini oluşturur.
Bilinen tüm maddeler ısıları düştükçe büzüşürler.
Bunlara sıvılar da dahildir. Sıvılar, büzüşüp hacim kaybettiklerinde
yoğunlukları artar ve böylece sıvının soğuk olan kısımları daha ağır hale
gelir. Bu yüzden maddenin katı hali, sıvı haline göre daima daha ağırdır. Buna
bir çeliğin sıvı ve katı hallerini örnek olarak verebiliriz. Ama su, bilinen
tüm sıvıların aksine, belirli bir ısıya (+4°C'ye) düşene kadar büzüşür, ama
sonra birdenbire genleşmeye başlar. Donduğunda ise daha da genleşir. Bu nedenle
suyun katı hali, sıvı halinden daha hafiftir. Yani buz, aslında
"normal" fizik kurallarına göre suyun dibine batması gerekirken, su
üstünde yüzer. İşte bu nedenle donan deniz ve göl yüzeylerinin alt kısmı, canlı
yaşamının devamına olanak veren +4 derecelik sularla kaplıdır. Eğer bu özellik
olmasa, yani buz suyun üzerinde yüzmese, Dünya üzerindeki suyun çok büyük bir
bölümü tamamen donacak, göllerde ve denizlerde yaşam kalmayacak, ekolojik denge
tamamen bozulacak ve bu durum zamanla tüm canlılığın sona ermesine neden
olacaktır.
Suya özel olarak verilmiş bu ayrıcalık, insana
nimet olarak sunulmuş önemli bir detaydır. Ona böyle bir farklılık verilmiş
olması ve bununla verilen mesajı anlayabilmek, insanı, Allah'ın yarattığı
nimetlere karşı daha duyarlı hale getirmek için çok önemlidir. Elbette fizik
kurallarının her biri de Allah'ın yarattığı sebeplerdir. Ancak kuşkusuz Allah
dilese sebepsiz yaratır, hiçbir şeyi hiçbir kanuna veya kurala bağımlı
kılmayabilirdi. Allah, buna muktedir olduğunu bizim için hayati olan detaylarla
göstermektedir. Allah'ın bu üstün detay sanatı yeryüzünün her noktasında hakim
olan bir gerçektir.
Yaratan, hiç yaratmayan gibi
midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya
kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)
Vücuttaki Özel Temizleme Birimi
İnsan vücudunda, hücreler sürekli olarak beslenir,
çoğalır ve ölürler. Bunun denetimi vücutta mükemmel şekilde gerçekleşir. Çünkü
hücre, kendisini kopyalayabilecek, besleyebilecek ve yok edebilecek özel
donanımlarla birlikte yaratılmıştır.
Vücutta zamanla ölen hücrelerin bir şekilde
ortadan kaldırılıp temizlenmesi gerekmektedir. Hücrelerin yok edilmeleri
gerektiğinde, kendi kendilerini ortadan kaldıran bir dizi proteinleri vardır.
Hücre vücut için faydalı ve işler durumdayken, bu proteinleri asla devreye
sokmaz. Ancak yaşlandığı, hastalandığı, işe yaramaz veya kötü huylu bir hale
dönüştüğünde, öldürücü proteinler çözülürler, etkin hale gelir ve hücreyi
öldürürler.
Hücrenin Allah'ın dilemesiyle tam zamanında ve yerinde
tedbir alması çok büyük bir nimettir. Bu vesileyle vücutta sağlıklı hücreler
varlıklarını sürdürürken, hastalıklı ve yaşlı hücreler sürekli olarak yok
edilmektedirler. Vücut daima sağlıklı kalmakta, ölen hücreler büyük bir hızla
yenilenmektedir.
İnsanın hayatta kalabilmesi için oldukça fazla
sayıda unsurun bir araya gelmesi gerekir. Ama insan hiçbir zaman bu unsurların
ve bunların arasındaki mükemmel denetimin farkında olmaz. Bedende, ne zaman
hücre üretilmesi gerektiği, ne zaman hücrenin yok edilmesi gerektiği, insanın
iradesi ve bilgisi dışında kusursuz bir zamanlama ve düzen içinde işler. Bunun
sebebi, tüm bu denetim ve kontrolün, bütün bunları yaratan Allah'a ait
olmasıdır.
İnsana sunulan nimetlerin her birinin özel bir
amacı olduğunu unutmamak, oldukça önemlidir. İnsan, her şeyin bir sebep ile ve
kusursuz bir sistem dahilinde yaratıldığını ve kendisine bir nimet olarak
verildiğini derinlemesine düşündüğünde, Allah'ın üstün kudretini daha iyi
kavrayabilir. Etrafındaki gerçekleri ve güzellikleri daha iyi görebilir.
Kendisini kuşatan gerçek, sahip olduğu her şeyi sonsuz güç sahibi Allah'ın
yarattığı ve Kendi idaresinde tutmakta olduğu gerçeğidir. İnsanın üzerinde
Allah'ın rahmeti çok büyüktür.
Eğer Allah'ın sizin üzerinizde
fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim
olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 20)
Kusursuz Bir Haberleşme Ağı:
Beyin
Bir yere baktığımızda, bir şey düşündüğümüzde veya
bir koku aldığımızda, beynimizde bir hareketlenme başlar. İlgili sinirler, bir
elektrik akımı vesilesiyle gelen mesajları yorumlarlar. Bir bardağa
baktığımızda, onun bardak olduğunu anlamamızın nedeni, beyindeki sinirlerin onu
"bardak" olarak yorumlamasıdır.
Bir şeyi düşüdüğümüz sırada beynimizde olanlar,
sinirlerin birbirleriyle koordinasyon kurmaları ve birbirlerinin üzerinden
elektrik akımlarını geçirmeleridir. Karşımızdaki bardağın görüntüsünün
beynimizde oluştuğunu zannederiz. Oysa, bardaktan gelen görüntü beynimize
sadece bir elektrik sinyali şeklinde ulaşmıştır ve zifiri karanlık beyinde
bardağın görüntüsünden en ufak bir iz yoktur. Düşünmemiz, koklamamız, görmemiz,
kısacası dış dünyayı algılamamız için verilmiş olan sebepler, sinir hücreleri
arasındaki işlemlerdir. Bu gerçek karşısında, 10 milyar sinir hücresinin beynin
içinde özenle yerleştirilmiş olması ve bizimle ilgili her şeyin kontrolüne
vesile olmaları, dahası bizlere renkli bir dünya sunmaları, elbette büyük bir
mucizedir. Bu büyük mucizenin sahibi Yüce Allah'tır. Kuşkusuz, insan hiçbir şey
değilken onu yoktan yaratan Allah için tüm bu sebepleri yaratmak çok kolaydır.
Beynin sahip olduğu sistem, hala anlaşılmaya
çalışılan önemli bir sırdır. Henüz insan bunu anlamaya güç yetirememişken ve
sistemin tümü üstün bir yaratılışı ispat etmekteyken, kör tesadüflerin bir
yaratıcı gücü olduğuna ihtimal vermek büyük bir cehalettir. Allah, rahmeti ile,
yarattığı varlıkları vesile ederek insanlara Kendi Yüceliğini ve üstün yaratma
sanatını sürekli olarak hatırlatmaktadır. Tüm bunları görüp anlayabilen iman
sahipleri, dünyada da ahirette de kurtuluş bulanlardır.
Göklerde ve yerde olan ne varsa
O'ndan ister. O, her gün bir iştedir. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini
yalanlayabilirsiniz? (Rahman Suresi, 29-30)
Beyaz Köpek Balıklarının
Gözlerindeki
Üstün Detay
Beyaz köpek balıkları avlarını gözleri ile takip
ederek yakalarlar. Sıcak mercan kayalıklarında gezinirken bu canlılar için
hiçbir sorun yoktur. Avlarını kolaylıkla görürler. Ancak serin okyanusların
beyaz köpek balıkları için bir sorun oluşturması gerekmektedir. Çünkü genel
olarak soğuk su, kimyasal işlemleri yavaşlatıcı bir etkiye sahiptir.
Dolayısıyla köpek balığının gözlerinin de soğuk okyanus sularında, hızla
hareket eden avları takip etmede zorlanması gerekir.
Şimdiye kadar defalarca gördüğümüz gibi, bu
örnekte de Allah, canlının karşı karşıya kalacağı bu zor ortamda benzersiz ve
hayranlık uyandıran bir çözüm yaratmıştır. Beyaz köpek balıklarının gözleri
kendileri gibi soğukkanlı değildir. Bu türde, vücut kaslarının ısısı doğrudan
gözlere aktarılır. Bu sayede söz konusu canlılar, en hızlı hareket eden
balıkları hatta fok balıklarını bile rahatlıkla yakalayabilirler.
Bedeninde ısı tutamayan soğukkanlı bir canlının, kendi
gözüne ısı iletmeyi başarmasında düşündürücü pek çok detay vardır. Köpek
balığında yaratılan bu sistem, bu canlının bulunduğu ortamı da, ona göre özel
bir donanımı da yaratan Yüce Allah'ın eserlerinin ve kudretinin her yerde hakim
olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Bu üstün yaratılış örneği insan için çok büyük bir
nimettir. Çünkü insan, kendisindeki ve etrafındaki yaratılış delilleri ile
Allah'ın üstün varlığını görür ve anlar. Bir köpek balığında, balığın haberi
bile olmayan kompleks ve detaylı bir sistemin olması, insana Allah'ın varlığını
hatırlatan bir vesiledir.
İnsana bir gerçek olarak sunulan her üstün
yaratılış delili, Allah'a yakınlaşıp O'nu yüceltmesi için bir sebeptir. Bir
insan, gördüğü güzellikler ve nimetler üzerinde ne kadar düşünürse, Allah'ın
Yüceliğini o kadar iyi anlayıp kavrayacaktır. Akıllı ve şuurlu bir insan,
etrafını sarıp kuşatmış olan sayısız nimeti sürekli olarak görmeli, bunların
Allah'ın insanlara birer hatırlatıcısı olduğunu sürekli olarak düşünmelidir.
Göklerde İlah ve yerde İlah
O'dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi
arasında bulunanların mülkü Kendisi'nin olan (Allah) ne Yücedir.
Kıyamet-saatinin ilmi O'nun Katındadır ve O'na döndürüleceksiniz. (Zuhruf
Suresi, 84-85)
Tek Bir Hücredeki Kusursuz Sistem
Vücudumuzda 30 bin civarında farklı protein olduğu
tahmin edilmektedir. Ve henüz bunların sadece %2'sinin vücuttaki görevleri tam
anlamıyla çözülebilmiştir. Geri kalan %98 de çok özel görevler
gerçekleştirirler ama bunlar insan için hala bir bilinmeyendir. Tek bir
hücrenin sahip olduğu farklı çeşitlerdeki protein sayısı bir milyardan
fazladır.
Sahip olduğumuz "tek bir" hücrenin
içindeki bir milyar proteini bir saniyede bir tane saymak kaydıyla, gece gündüz
durmaksızın ve hata yapmaksızın saymak yaklaşık 32 senemizi alacaktır. Uyumak,
yemek yemek gibi zaruri ihtiyaçlarınızı hesaba katarsak, tek bir hücrenin
içindeki proteinleri saymaya ömrümüz muhtemelen yetmeyecektir. Tek bir
hücremizi oluşturan proteinleri bir ömür boyunca saymayı başaramayız.
Bedenimizdeki bu kompleks yaratılış ancak Allah dilediği
için böyledir. Allah'ın her şeyi yaratmaya kadir olduğunu, ancak insanın, kendi
bedenindeki tek bir hücreye dahi hakim olamayacağını her insanın bu örneklerle
bilip görmesi gerekmektedir. Yaratılmış olan her varlık, onların sahip olduğu
her kusursuz detay, insanın kendisi de içinde olmak üzere çok büyük birer
mucizedir.
Allah'ın nimetlerini görüp değerlendirmek, onların
verdiği mesajı anlayabilmek vicdan kullanmayı gerektirir. Ancak samimi bir
insan etrafında yaratılmış sayısız detaya bakarak, Allah'ın yaratmadaki
üstünlüğünü görüp takdir edebilir.
O, sizin için kulakları, gözleri
ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. O, sizi yeryüzünde
yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (döndürülüp) toplanacaksınız. O,
yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da
O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? (Müminun Suresi, 78-80)
Birbirine Mesaj İleten Hücrelerdeki
Mükemmel Detay
Beyindeki kusursuz sistem, bir insanın Allah'ın
üstünlüğünü anlaması için tek başına yeterlidir. Beyin, daha önce de
belirttiğimiz gibi 100 milyardan fazla sinir hücresi ile donatılmıştır. 1
Algılamak, görmek, hissetmek için bu 100 milyar sinir hücresinin birbirleriyle
iletişiminin sağlanması gerekmektedir. 100 milyar hücre, toplam 100 trilyon
bağlantı yoluyla iletişim kurmaktadırlar.
Bu hayret verici iletişimin sağlanma yolları da
son derece etkileyicidir. Sinir hücreleri arasında özel bir sıvı vardır ve bu
sıvıda çok özelleşmiş bazı kimyasal enzimler yer alır. Bu enzimler
"elektron taşıma" özelliğine sahiptirler. Elektrik sinyali bir
sinirin ucuna ulaştığında, elektronlar bu enzimlere yüklenir. Enzimler de
sinirler arası sıvıda yüzerek taşıdıkları elektronları diğer sinire aktarırlar.
Elektrik akımı böylece bir sonraki sinir hücresine geçerek akmaya devam eder.
Bu işlem saniyenin çok küçük birimlerinde gerçekleşir ve elektrik akımı en ufak
bir kesintiye uğramaz.
Eğer bu enzimlerden bir
tanesi görevini yapmayacak olursa, iletilmesi gereken mesaj beyninize
gitmeyecektir. Yani elinize doğru bakmanıza rağmen, elinizin görüntüsü
beyninize ulaşmayacaktır. Ve eğer günün birinde bu enzimler herhangi bir sebeple
fonksiyonsuz kalsalar, beyindeki 100 milyar sinir hücresi de fonksiyonsuz
kalacaktır. Eğer bu enzimler günün birinde mesajı götürmeleri gereken yerlere
götürmek yerine, rastgele dağıtmaya karar verseler, beyindeki bu karmaşa, tüm
algı sistemini altüst edecek, dış dünya ile olan bağlantı felce uğrayacaktır.
Her şeyi tesadüflerin eseri olarak değerlendiren evrimci
mantığına göre, beyinde sürekli olarak böyle bir karmaşanın gerçekleşmesi
kaçınılmazdır. Çünkü bu özel sistemi yönetenler, şuurlu varlıklar değildir.
Sistemin sahip olduğu düzen, şuurlu şekilde meydana gelmemektedir. Eğer
evrimcilerin iddia ettikleri gibi her şey rastgele gerçekleşiyorsa, sinir
hücrelerinde gerçekleşebilecek herhangi bir rastgele iletişim sırasında art
arda sayısız karmaşık olaylar meydana gelmesi gerekmektedir. Ancak olağanüstü
durumlar dışında, yeryüzündeki milyarlarca insanın beyninde böyle bir karmaşa
yoktur. Her birinin sahip olduğu her bir sinir hücresinde, tüm sistem hatasız
işler. İşte bu, söz konusu evrimci mantığı tümüyle ortadan kaldırmaktadır.
Saniyenin küçük birimlerinde, hemen her an, enzimler görevlerinin başındadırlar
ve hata yapmadan hareket ederler. Proteinlerin oluşturduğu şuursuz varlıkların
bu benzersiz görevi yerine getirmeleri elbette ancak Allah'ın ilhamıyladır.
Beynimizdeki her sinir, her enzim, her protein,
her elektron, kısacası her şey Allah'ın eseridir. Burada örneği verilen şey,
yaratılmış sayısız detaydan sadece bir tanesidir. Allah, tüm varlıkları her an
kontrolü altında tutan ve her an rahmeti ile kuşatandır.
O, gökleri dayanak olmaksızın
yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye
sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su
indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. Bu,
Allah'ın yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana
gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi,
10-11)
1.
http://www.tesolgreece.com/nl/73/7305.html
Eşsiz Bir Mucize:
Kristal Kar Taneleri
Bir maddeyi oluşturan moleküller ve atomlar, en
düzenli şekillerini katı haldeyken elde ederler. Birbirlerine bağlanarak
meydana getirdikleri şekiller, üç boyutlu geometrik şekillerdir ve peşpeşe
meydana getirdikleri prizmalardaki açıların belli oranları vardır. Bu oranda
asla bir hata, bir sapma, bir değişiklik olmaz. Eğer bir maddenin 3 santimin
milyonda biri kadarlık bir alanında bile, atomlar söz konusu mükemmel ve
kusursuz geometrik düzenlemeye sahip iseler, bu madde kristaldir.
Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında
oluşmaya başlayan bir kristaldir. Büyüklüğü sadece birkaç mikron kadardır.
Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve oluşan bu kristal,
köşelerinden itibaren küçük kollar uzatarak gitgide gelişir. Hava soğudukça, ortam
değiştikçe, kristal büyür, oluşan yapı üzerinde kılcal uzantılar oluşur. Kar
tanelerini meydana getiren atomlar, birbirlerine gevşek bir bağ ile
bağlanırlar. Bu durum kristallerin birbirlerine farklı şekillerde
bağlanmalarına sebep olmaktadır. Bu farklılık o kadar büyüktür ki, yeryüzüne
birbirinin aynısı olan bir çift kar tanesinin düşme ihtimali oldukça zordur.
Yeryüzüne sadece bir yıl içinde düşen kar
tanelerinin sayısını bir düşünelim. Bunu tahmin edebilmemiz oldukça zordur.
Sadece tek bir yağış sırasında tek bir alana düşen kar tanelerinin sayısını
bile tahmin etmekte güçlük çekeriz. Her yıl yeryüzüne sayısı belirlenemeyecek
kadar çok kar tanesi düşmektedir ve bunların tümü birbirlerinden farklı
şekillere sahiptirler. Trilyonlarca minik taneye birbirinden farklı şekil
verebilmemiz imkansızdır. Bu durumda, yine Allah'ın yarattığı mükemmel bir
detayın, bir olağanüstülüğün sergilenmekte olduğu açıktır. Kainatın Yaratıcısı
olan Allah için kuşkusuz birbirinden çeşitli kar tanelerini yaratmak çok
kolaydır. Bu örnek, Allah'ın her şeyi çeşit çeşit yaratmaya kadir olduğunun,
yeryüzünün her yanında olduğu gibi dilediği zaman mikroskobik detaylar üzerinde
de mükemmel incelik ve zerafet sanatını insanlara tanıtacağının delilidir.
Allah, bir zerafet, güzellik ve nimet olarak yağan kar tanelerinde Kendi detay
sanatını sergileyerek kudretini ve yarattığı güzellikleri insanlara
göstermektedir.
Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve
Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için
elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi, 6)
İnsana gösterilen Allah'ın delilleri çok fazladır.
Bu delilleri görebilmek için insanın ön yargısız ve samimi şekilde Allah'a
yönelmesi gerekir. Allah, insanın görüşünü, anlayışını ve takdir etme gücünü bu
vesile ile kuvvetlendirebilir. Yoksa insan körleşir, kendisine verilmiş
nimetlerin güzelliğini fark edemez ve bu nedenle ahirette hüsrana uğrayabilir.
Böyle bir hüsran ile karşılaşmamak için, insana hazır olarak sunulan bu güzel
nimetlerin gerçek sahibi olan Allah'a sürekli olarak kalpten yönelmek
gerekmektedir.
SONUÇ
Yeryüzündeki tüm varlıklar mükemmel detaylara
sahiptirler. Bir canlıyı incelediğinizde, sahip olduğu her detayın içinde
sayısız yaratılış mucizesi görürsünüz. Bir mikroorganizmanın yapısında detaylar
vardır, her şeyin temeli olan en küçük parça yani atomlar çok çeşitli detaylara
sahiptir. Gökyüzü olağanüstü dengeler ve düzenlerle yaratılmıştır. Evren, insan
vücudu, bitkiler, Güneş, çiçekler, dağlar, denizler her biri sayısız ayrıntı ve
özellik ile birlikte var edilmiştir. Sahip oldukları tüm detaylarda bir sanat
vardır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır.
Ancak önemli olan şu gerçeğin hiçbir zaman akıldan
çıkarılmamasıdır: Allah'ın yaratırken tasarlamaya ve sebepler var etmeye
ihtiyacı yoktur (Allah'ı tenzih ederiz). Bir canlının görebilmesi için kompleks
bir görme sisteminin var olmasına, tüm bilgilerimizin DNA'larımızda kayıtlı
olmasına, DNA'ların varlığına, suyun oluşması için oksijen ve hidrojenin çarpışmasına,
bitkilerin fotosentez yapmalarına, karıncanın 500.000 hücrelik bir sinir ağına
sahip olmasına, bitkinin oluşması için tohumun varlığına ve bunun bilgi
depolamasına, okyanus derinliklerindeki canlıların ışık üretmelerine hiçbir
zaman gerek yoktur. Allah, tüm bunları hiçbir sebebe bağlı olmadan da yaratır,
çünkü göklerin ve yerin Yaratıcısı olan Allah sebeplerden münezzehtir.
Allah, bir şeyin yaratılmasını dilediği zaman ona
yalnızca "Ol" der. Bir şeyin, sahip olduğu mükemmelliklerle bir anda
olmasını dilediğinde, ona hükmetmesi yeterlidir. Bu gerçek insanlara ayetlerle
haber verilmiştir:
Gökleri ve yeri yaratan, onların
bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır,
bilendir.
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca:
"Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 81-82)
Allah'ın detaylar yaratmasının hikmetlerinden
biri, bizleri düşündürmektir. Allah'ın her şeyi yoktan var ettiğini, Kendi
varlığının delillerini sergilediğini görüp anlamamız içindir. Bizi oluşturan
yapı taşlarının kompleksliklerini tefekkür edebilmemiz, bir bakterinin kimi
zaman bizden üstün yetenek ve becerilerini çözüp anlamaktan aciz olduğumuzu fark edebilmemiz içindir. Allah'a muhtaç
varlıklar olduğumuzu görebilmemiz içindir...
Dünyada Allah'ın dilemesiyle
var olduğumuzu, Allah'ın dilemesiyle yaşamakta olduğumuzu ve Allah'ın
dilemesiyle ahiretteki sonsuz yaşamımıza devam edecek olduğumuzu açıkça
anlamamız içindir...
Mutlaka Allah'a dönecek
birer varlık olduğumuzu ve dünyada gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan, bize
verilen delillerden sorguya çekilecek olduğumuzu hatırlatmak içindir.
Allah yeryüzündeki ve
evrendeki her türlü detayı çeşitli amaçlarla yaratmıştır.
Elbette Allah, bunların
tümünü yok edip gidermeye ve ahirette çok daha mükemmel halleri ile yeniden
yaratmaya kadirdir. Allah büyüktür, uludur, Yücedir. Tüm varlıklar O'na boyun
eğmişlerdir. Bu dünyada yaşayan ve yaşayacak olan tüm insanlar, bu satırları
okuyan sizler de dahil olmak üzere, bir gün mutlaka Allah'ın huzuruna çıkarılacaktır. O gün gelmeden evvel, her
insanın, Allah'ın varlığının delillerini takdir edebilmesi gerekir. Allah'ın
detay sanatı, işte bu gerçeği her an hatırlayabileceğimiz şekilde
sergilenmektedir.
Haberin olsun, göktekilerin ve
yerdekilerin tümü gerçekten Allah'ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah'ın va'di
haktır; ancak onların çoğu bilmezler.
O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz.
(Yunus Suresi, 55-56)
DARWINIZM’IN ÇÖKÜŞÜ
Darwinizm, yani evrim
teorisi, Yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı
olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız
maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda çok
açık bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle ve evrimin
hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyan 300 milyonu aşkın fosilin bulunmasıyla
çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği,
bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için
dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına,
taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan
sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu propaganda gerçeği
gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı olduğu,
son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile
getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist
iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim
adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya,
paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in
geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini Yaratılış gerçeğiyle
açıklamaktadırlar.
Evrim teorisinin çöküşünü ve
yaratılışın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel detaylarıyla
ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük önem
nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
Darwin'i Yıkan Zorluklar
Evrim teorisi, tarihi eski
Yunan'a kadar uzanan pagan bir öğreti olmakla birlikte, kapsamlı olarak 19.
yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en önemli
gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı
kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın
ayrı ayrı yarattığı gerçeğine kendince karşı çıkıyordu. Darwin'in yanılgılarına
göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük
değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi, hiçbir
somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir
"mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki "Teorinin
Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok önemli
soru karşısında açık veriyordu.
Darwin, teorisinin önündeki
zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların
teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti. Ancak
gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını
birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in bilim
karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde
ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü
"evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip
olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları, evrim
teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.
Bu bölümde, bu üç temel
başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan İlk Basamak:
Hayatın Kökeni
Evrim teorisi, tüm canlı
türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce dünyada hayali şekilde
tesadüfen ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir.
Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve
eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil
kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm
bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak
gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi, Yaratılış'ı
cahilce reddettiği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir plan ve düzenleme
olmadan, doğa kanunları içinde kör tesadüflerin ürünü olarak meydana geldiğini
iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı
bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına
aykırı bir iddiadır.
"Hayat Hayattan Gelir"
Darwin, kitabında hayatın
kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim
anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu.
Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre,
cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık
oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından,
farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de
ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve
biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin kurtlanması da
hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha
sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden
oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan
çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni
adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri
inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitabının
yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime
temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve
deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği
iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür. 1
Evrim teorisinin
savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen
bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın
kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüzyıldaki Sonuçsuz Çabalar
20. yüzyılda hayatın kökeni
konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin oldu. Oparin,
1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin tesadüfen
meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla
sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı:
Maalesef hücrenin
kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır.
2
Oparin'in yolunu izleyen
evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya
çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller
tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu
iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji
ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit)
sentezledi.
O yıllarda evrim adına
önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde
kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen
yıllarda ortaya çıkacaktı.3
Uzun süren bir sessizlikten
sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını
itiraf etti.4
Hayatın kökeni sorununu
açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep
başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu
gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı
geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük
çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı?5
Hayatın Kompleks Yapısı
Evrimcilerin hayatın kökeni
konusunda bu denli büyük bir açmaza girmelerinin başlıca nedeni, Darwinistlerin
en basit zannettikleri canlı yapıların bile olağanüstü derecede kompleks
özelliklere sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün
teknolojik ürünlerden daha komplekstir. Öyle ki, bugün dünyanın en gelişmiş
laboratuvarlarında bile cansız maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre,
hatta hücreye ait tek bir protein bile üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi
için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Ancak
bunu detaylarıyla açıklamaya bile gerek yoktur. Evrimciler daha hücre aşamasına
gelmeden çıkmaza girerler. Çünkü hücrenin yapı taşlarından biri olan
proteinlerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen meydana gelmesi ihtimali
matematiksel olarak "0"dır.
Bunun nedenlerinden
başlıcası bir proteinin oluşması için başka proteinlerin varlığının
gerekmesidir ki bu, bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini tamamen ortadan
kaldırır. Dolayısıyla tek başına bu gerçek bile evrimcilerin tesadüf iddiasını
en baştan yok etmek için yeterlidir. Konunun önemi açısından özetle açıklayacak
olursak,
1. Enzimler olmadan protein
sentezlenemez ve enzimler de birer proteindir.
2. Tek bir proteinin sentezlenmesi için
100’e yakın proteinin hazır bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla proteinlerin
varlığı için proteinler gerekir.
3. Proteinleri sentezleyen enzimleri DNA
üretir. DNA olmadan protein sentezlenemez. Dolayısıyla proteinlerin
oluşabilmesi için DNA da gerekir.
4. Protein sentezleme işleminde
hücredeki tüm organellerin önemli görevleri vardır. Yani proteinlerin
oluşabilmesi için, eksiksiz ve tam işleyen bir hücrenin tüm organelleri ile var
olması gerekmektedir.
Hücrenin çekirdeğinde yer
alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi
bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa,
500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç bir
ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin)
yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler
doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana
gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın
kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California
Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American
dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks
yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde
ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır.
Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla
insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı
sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. 6
Kuşkusuz eğer hayatın kör
tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda
hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı
Yaratılış'ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin Hayali Mekanizmaları
Darwin'in teorisini geçersiz
kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları" olarak öne
sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının
anlaşılmış olmasıdır. Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal
seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının
isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal
seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü
canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar
tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler
hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden
oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka
bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal seleksiyon
mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin
farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler
oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı.7
Lamarck'ın Etkisi
Peki bu "faydalı
değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim
anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı.
Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları
sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar,
nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu.
Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların
yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
Darwin de benzeri örnekler
vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak için suya giren
bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti.8
Ama Mendel'in keşfettiği ve
20. yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları, kazanılmış
özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı.
Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz
bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar
Darwinistler ise bu duruma
bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik
Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar.
Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi"
olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya
da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi.
Bugün de hala bilimsel
olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin savunduğu model
neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün, bu
canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının
"mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda
oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel
gerçek vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için
canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok basittir:
DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi bir
tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu
şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük,
rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle
etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana
getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada
meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da
zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini
geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle
etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. 9
Nitekim bugüne kadar hiçbir
yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm
mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin
"evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları
sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en
sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma
"evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul
ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere
doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim
mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.
Fosil Kayıtları:
Ara Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia
ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil
kayıtlarıdır.
Evrim teorisinin bilim dışı
iddiasına göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan
bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya
çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir zaman
dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen
uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış
olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık
özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri
kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da
sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış
sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları
için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış
olduklarına inandıkları bu hayali varlıklara "ara-geçiş formu"
adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür
canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca
hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu garip canlıların kalıntılarına mutlaka
fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu
şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa,
türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış
olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil
kalıntıları arasında bulunabilir. 10
Ancak bu satırları yazan
Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı.
Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin
Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde
şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler
öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna
rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak
tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin
yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz...
Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? 11
Darwin'in Yıkılan Umutları
Ancak 19. yüzyılın
ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları
yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve
araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine,
canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını
göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog
(fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle
itiraf eder:
Sorunumuz şudur:
Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar
seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle
gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.12
Yani fosil kayıtlarında, tüm
canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle
aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası,
bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir
canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve
kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır.
Bu gerçek, ünlü evrimci Biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim,
yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır.
Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır
ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde
kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş
olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o
halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.13
Fosiller ise, canlıların
yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir.
Yani "türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil
yaratılıştır.
İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini savunanların
en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu konudaki
Darwinist iddia, insanın sözde maymunsu birtakım yaratıklardan geldiğini
varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, insan ile hayali
ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte
tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel "kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde
ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen "Australopithecus"
ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka
bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere
ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri
üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu
tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik
taşımadıklarını göstermiştir.14
Evrimciler insan evriminin
bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar.
İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha
gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına
dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte
bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla
ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından
biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte
kayıptır" diyerek bunu kabul eder. 15
Evrimciler "Australopithecus
> Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını
yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini
verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo
habilis ve Homo erectus'un dünyanın farklı bölgelerinde aynı
dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.16
Dahası Homo erectus
sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo
sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (insan) ile aynı ortamda
yan yana bulunmuşlardır.17
Bu ise elbette bu sınıfların
birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya
koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould,
kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu
çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile
paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o
halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş
olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi
göstermemektedirler.18
Kısacası, medyada ya da ders
kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan"
canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya
çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan
ibarettir.
Bu konuyu uzun yıllar
inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15 yıl
araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly
Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana
uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç bir
"bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi
dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze
oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel" -yani
somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan
sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda,
yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati,
altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve bir de
"insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle
açıklar:
Objektif gerçekliğin
alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara -yani duyum
ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim
teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki
teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda
kabul etmeleri bile mümkündür.19
İşte insanın evrimi masalı
da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları bazı
fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Darwin Formülü!
Şimdiye kadar ele aldığımız
tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa
sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle
özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın
tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıldışı iddiaya göre
cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve
sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana
getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot,
potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom
yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz.
İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında
savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına
"Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda büyük
varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen,
demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal
şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri
malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar
amino asit, istedikleri kadar da protein doldursunlar. Bu karışımlara
istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş
cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim
adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak
nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında
beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine
inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o
varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları,
kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri,
zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları,
domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri,
şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca
canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu
canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar
biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir
hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu
bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri
oluşturamazlar. Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun
aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır.
Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki
örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.
Göz ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim teorisinin kesinlikle
açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama
kalitesidir.
Gözle ilgili konuya geçmeden
önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir cisimden
gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki hücreler
tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme
merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir dizi
işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden
sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa kapalıdır. Yani
beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü
merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç
karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta
ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve
kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü imkana rağmen
bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan
ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda
gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu
kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin
ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce
mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler
kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir.
Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada
büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size
iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir
perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır on binlerce
mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya
çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu
da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç
boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur.
Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada
da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli
ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia
etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda
oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi
dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz
atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden daha ilkel
olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün
gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum kulak
için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla
toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek
iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine
dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de
beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için de
geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla
dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen
en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın
senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız.
Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse, burada
keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir. Net bir görüntü elde
edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar
onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok
elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır.
Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana
rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır.
En büyük müzik sistemi
şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün. Sesi kaydettiğinde
mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka parazit oluşur veya
müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız.
Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece net ve
kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı
veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu
durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir. Şimdiye kadar insanoğlunun
yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı
birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm bunların
ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin İçinde Gören ve
Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde, ışıl ışıl
renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü
koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden,
kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider.
Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl
oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli
gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini
görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa,
burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur
kime aittir?
Elbette bu şuur beyni
oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu
yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu
sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış
olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa
ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği
okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana
tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran yüce Allah'ı
düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.
Materyalist Bir İnanç
Buraya kadar
incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia
olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime
aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi
yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını
göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce
olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren
modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim
teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin
eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile
çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun nedeni, evrim
teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir
inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve
Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler.
Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir
genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin,
"önce materyalist, sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf
etmektedir:
Bizim materyalizme
bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir
inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin
yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori'
bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma
yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre
de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.20
Bu sözler, Darwinizm'in,
materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık
ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu
nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine inanır. Milyonlarca
farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların,
böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi
içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin
içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir
kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık olan varlığını kabul
etmemek için, bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya devam
etmektedirler.
Canlıların kökenine
materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği görürler:
Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının
eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde
düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim Teorisi Dünya Tarihinin
En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da belirtmek
gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece
aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların
hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu
kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği
gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu,
molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde
düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin,
Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi
sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin
çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları,
profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için
"dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak
yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından
alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki
bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç
veya iddia daha yoktur. Bu, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının
Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz.
Musa'nın kavminin içinden bazı insanların altından yaptıkları buzağıya
tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum,
Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların
anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma düşeceklerini
birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan
da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini
ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük
azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
…Kalpleri vardır bununla
kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla
işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar
gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah, Hicr Suresi’nde de,
bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle
bildirmektedir:
Onların üzerlerine gökyüzünden
bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz
döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr
Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir kitlenin
üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak
tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle
anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç
insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara
inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz
ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir
organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen
evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini
ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine
inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da,
inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle
insanları etkilediklerini Hz. Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere
bildirmektedir. Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya,
kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı bir yerde
karşılaşmasını söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce
onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın anlatıldığı ayet
şöyledir:
(Musa:) "Siz atın"
dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları
dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi,
116)
Görüldüğü gibi Firavun'un
büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa ve ona inananlar
dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına
karşılık Hz. Musa'nın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayette
bildirildiği gibi "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz de Musa'ya: "Asanı
fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o
bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu,
onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve
küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayetlerde de bildirildiği
gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir
sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir.
Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma
iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu
iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve
"büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim, yaklaşık 60
yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan, ancak daha sonra
gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın gelecekte düşeceği
durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim
teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en
büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu
kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini
hayretle karşılayacaktır. 21
Bu gelecek, uzakta değildir
aksine çok yakın bir gelecekte insanlar "tesadüfler"in ilah
olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük
aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü,
büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya
başlamıştır. Evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya
nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.
... Sen Yücesin, bize öğrettiğinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm
ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)
KAYNAKÇA
1- Sidney Fox, Klaus Dose,
Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2
2- Alexander I. Oparin, Origin
of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s.196
3- "New Evidence on
Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American
Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
4- Stanley Miller, Molecular
Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small
Molecules, 1986, s. 7
5- Jeffrey Bada, Earth, Şubat
1998, s. 40
6- Leslie E. Orgel, The Origin
of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78
7- Charles Darwin, The Origin
of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964,
s. 189
8- Charles Darwin, The Origin
of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964,
s. 184
9- B. G. Ranganathan,
Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.
10- Charles Darwin, The Origin
of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964,
s. 179
11- Charles Darwin, The Origin
of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964,
s. 172, 280
12- Derek A. Ager, "The
Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological
Association, c. 87, 1976, s. 133
13- Douglas J. Futuyma, Science
on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197
14- Solly Zuckerman, Beyond The
Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94; Charles E. Oxnard,
"The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for
Doubt", Nature, c. 258, s. 389
15- J. Rennie, "Darwin's
Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992
16- Alan Walker, Science, c.
207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J.
B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge:
Cambridge University Press, 1971, s. 272
17- Time, Kasım 1996
18- S. J. Gould, Natural
History, c. 85, 1976, s. 30
19- Solly Zuckerman, Beyond The
Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19
20- Richard Lewontin, "The
Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak 1997, s. 28
21- Malcolm Muggeridge, The End
of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43
16_17
Ekzosfer
Termosfer
Ozon tabakası Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları
emer.
Güneş ışınlarının % 7'si atmosfer
tarafından geri yansıtılır.
Birbirinden farklı dengeleri
içinde barındıran gezegenimizi saran atmosfer Dünya'da yaşamın devamının en
büyük sebeplerindendir. Atmosfer Dünya'ya, canlı yaşamı için özel olarak
belirlenmiş miktarlarda ısı ve ışık ulaştıracak şekilde yaratılmıştır. Bu
mükemmel yapı, Allah'ın üstün sanatının bir tecellisidir.
Güneş ışınlarının % 24'ü bulutlar tarafından geri
yansıtılır.
Güneş ışınlarının % 4'ü okyanuslar ve kara
tarafından geri
yansıtılır.
Mezosfer
Stratosfer
Traposfer
Uzaydan gelen solar ışınımı
Güneş ışınlarının % 14'ü atmosfer tarafından
emilir.
Emilen ısının bir kısmı atmosfer tarafından tekrar
yayılır.
Güneş ışınlarının % 51'i yeryüzü tarafından
emilir.
Emilen ısının bir kısmı bulutlar
tarafından tekrar yayılır.
19
O, sabahı yarıp çıkarandır.
Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay’ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve
güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir. (En’am Suresi, 96)
21
Enzimler hücre içindeki
reaksiyonları 10 milyar kere hızlandırabilirler. Yaptığınız her iş, enzimlerin
söz konusu faaliyetlerine bağlıdır.
Enzimler, yaşamın devamını
sağlayan sebeplerden biri, mükemmel bir detay, hayranlık uyandırıcı bir
yaratılış harikasıdır.
22
Bir sinek, saniyede 500 kez
çırptığı kanatları ve sahip olduğu 8000 ayrı mercekten oluşan muhteşem petek
gözleri ile, Allah'ın yaratıp sergilediği kusursuz bir yaratılış harikasıdır.
27
İnsan derisindeki alıcılar, belli
bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili uyarı göndermeyi
durdururlar. Bu nedenle, cildimizle sürekli temas halindeki giysileri veya
kolumuzda taşıdığımız saati sürekli olarak hissetmeyiz. Bu, Allah'ın yarattığı
büyük bir nimettir.
29
Keser balığı, yukarı bakan iri
gözleri nedeniyle yukarıdaki tehlikelerin daima farkındadır. Ama aynı şekilde
alttan gelecek tehlikelere karşı da hazırlıklı olmalıdır. Bu nedenle canlı,
karın kısmında bulunan fotofor hücreleri ile donatılmıştır. Işık üreten bu
hücreler, yukarıdan gelen ışığın rengini taklit eder ve canlı bu sayede,
derinlerde bulunan avcılar tarafından fark edilmemiş olur.
31
Hayatımızın en önemli
ihtiyaçlarından biri olan suyun oluşabilmesi için hidrojen ve oksijen
atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Yeryüzü, bu çarpışmaya olanak verecek
ısı ve enerji seviyesine sahip değildir. Ancak su, Dünya'nın oluşumu sırasında
bir defaya mahsus olarak meydana gelmiştir ve aynı su, arınmış hali ile bize
sürekli olarak sunulmaktadır.
33
Yaprak, müthiş kapsamlı işlemler
sonucunda "fotosentez" yapar. Bunu yapabilmesi için yaprağın her
milimetre karesi 500 bin adet klorofil molekülü ile donatılmıştır. Henüz
laboratuvarlarda gerçekleştirilememiş olan bu özel işlem, Allah'ın dilemesiyle
tek bir yaprağın her milimetre karesinde kusursuz bir şekilde
gerçekleşmektedir.
35
Her bir balarası peteği pek çok
bireyin işbirliği ile hazırlanır ve tabandan yukarı doğru inşa edilir. Eşkenar
dörtgen şeklindeki bölüm ilk yapılan taban bölümüdür (1), bunu birbirine
bitişik iki petek duvarı izler (2), ikinci eşkenar dörtgen tabana eklenir (3)
ve iki petek daha oluşturulur (4). Üçüncü eşkenar dörtgen bölüm (5) ve iki
duvar (6) altıgeni tamamlar. Balarısı petekleri dikey olarak asılır, her iki
taraftaki petekler de ortadan bir duvar ile ayrılırlar. İşçiler daha balmumunu
yoğurur ve yumuşatırlar ve bunu, kalınlıkları 0.02 mm'den daha kalın olmayacak
şekilde çeşitli kalınlıklarda duvarlara yerleştirirler. Arıların inşasındaki bu
mükemmellik Rabbimiz'in detay sanatının tecellilerindendir.
37
Karaciğer hücreleri 500 değişik
işlem gerçekleştirme yeteneğine sahip özel hücrelerdir. Karaciğerin bir kısmı
hasar gördüğünde ise,
Allah'ın emri ile hücrelerin yeni
görevi artık "çoğalmaktır".
39
İnsan hücresinin çekirdeğinde
bulunan kromozomların her biri, o insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan
genlere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün organlar, Allah'ın dilemesiyle,
hücrelerde yer alan genlerin tarif ettiği bir plan çerçevesinde inşa edilirler.
Gözle görülmeyen bu mucizeler, Allah'ın insanda yarattığı kusursuz detaylardan
yalnızca bir tanesidir.
42
Elinizde tuttuğunuz bu kitap da,
eliniz de benzer atomların çeşitli şekilde birleşmeleri sonucunda oluşmuştur.
Moleküle eklenen veya molekülden ayrılan tek bir atom, tatlıyı acıya, katı bir
maddeyi sıvıya, yenilemez bir şeyi yenilebilir hale getirebilir.
43
109 atom bir araya gelir ve
dağları, denizleri, insanı, uzayı, kelebekleri, çiçeği, kısacası var olan her
şeyi meydana getirirler. Yalnızca 109 atomu sebep kılarak mucizeler yaratan
Allah, üstün kudretini ve yaratma sanatını yeryüzündeki tüm detaylarda
sergilemektedir.
55
İnsan, kollarını mümkün olan en
hızlı şekilde çırpmak istediğinde bunu saniyeler içinde oldukça sınırlı sayıda
gerçekleştirebilecektir. Ancak bir sivrisinek, kanatlarını saniyede 500 defa
çırpabilecek bir yeteneğe sahiptir. Bu, Allah'ın bu küçük canlıya verdiği üstün
bir yetenek, detayda sergilediği bir yaratılış delilidir.
59
Atmosferdeki azot rezervi
Atmosferik azot çevirimi
Hayvansal Atık
Nitrit bozucu bakteriler
Ayrıştırıcı mantar ve bakteriler
Amonyak
Amonyum
Nitritler
Nitratlar
Baklagillerin kök yumrularındaki
azot bağlayan bakteriler
Gübreler
61
Gökleri ve yeri (bir örnek
edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca
"Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Evrende 300 milyar galaksi bulunduğu
sanılmaktadır. Bunlardan sadece bir tanesi olan Samanyolu Galaksisi içinde
Güneş, 250 milyar yıldız arasından sadece bir tanesidir ve Dünya'nın 103 katı
kadar büyüktür. Uçsuz bucaksız evreni kaplayan tüm dev yıldızlar da, bunlara
ait tek bir toz tanesi de Allah'ın kontrolündedir.
65
İnsan, sürekli olarak yerçekimi kuvvetine karşı
direnç gösterir. Oldukça kararında olan bu hassas çekim kuvvetinin sebebi,
Dünya'nın büyüklüğüdür. Dünya'nın büyüklüğü, Allah'ın dilemesiyle, üzerinde
canlılığın oluşabilmesine olanak verecek şekilde özel olarak belirlenmiştir.
69
Bir insan beyni, içinde 100 milyar nöron
barındıran muhteşem bir haberleşme ağına sahiptir. Bu mükemmel sistemin en
küçük parçasının bile hasar görmesi, algı sistemimizde ciddi kayıplara neden
olabilir. Böyle mükemmel bir yapının şuursuz tesadüflerle meydana gelmesi
imkansızdır.
72
Aşağıda görülen küçük üzüm çekirdekleri, asma
dallarından sarkan birbirinden lezzetli üzümlerin sebebidir. Allah, toprağın
altındaki küçük bir tohumu sebep kılar ve birbirinden güzel, birbirinden
lezzetli ve hoş kokulu nimetleri yaratır. Bu, Allah'ın detay sanatıdır.
77
Hipofiz bezi, 0.5 gr ağırlığında, bezelye tanesi
büyüklüğünde bir et parçasıdır. Vücutta sayısız hormona görevler dağıtan,
hiçbir aksama olmadan her birini denetleyen bu yaratılış harikası, Allah'ın
insan bedenini denetlemek üzere yaratıp görevlendirdiği bir nimettir.
81
Göz, 600 bin sinirle beyne bağlanır. Aynı anda 1.5
milyon mesaj alıp bunları düzenler ve saatte 500 km'lik bir hızla beyne
gönderir. Göz, Allah'ın üstün kudretinin ve gücünün en önemli
tecellilerindendir.
83
Günler içinde yenilenen dilimizdeki tat hücreleri,
geçmişteki hücrelerin bilgisiyle donatılırlar. Bu nedenle 10 gün önce yediğimiz
yemeğin tadı bize hala tanıdıktır. Çünkü, her bir hücreyi ve onun içindeki
bilgileri üstün kudreti ile yaratan Yüce Rabbimiz'dir.
85
Su, bir insan bedenini canlı tutabilmek için özel
olarak yaratılmıştır. Bedenin her noktasını dolaşabilir, 100 trilyon hücrenin
her birine besin taşır, oksijen ve enerji verir. Suyun sahip olduğu akışkanlık
değeri, tüm bunları gerçekleştirebilmek için özel olarak belirlenmiştir. Bu
özel yaratılış, Allah'ın üstün detay sanatıdır.
86
Beyin, loş bir lambayı aydınlatacak kadar enerji
kullanmaktadır. Beyinde hafızaya kaydedilen her an, 100 milyar sinirin saatte
400 km hızla yaptığı 1000-500.000 arasındaki bağlantı vesilesiyledir. Bu müthiş
iletişim, bunların tümünü yaratan Alllah'ın denetimindedir.
99
Sadece 10 cm büyüklüğündeki böbreklerin insan
bedeninde kesintisiz olarak yaptıkları işlemler, dev diyaliz makineleri ile
zorlukla gerçekleştirilebilmektedir.
105
Vücutta zamanla ölen hücreler, kendi kendilerini
ortadan kaldıran bir dizi protein tarafından yok edilirler. Yalnızca hücre
öldüğünde veya hastalandığında devreye giren bu proteinler, müthiş bir kontrol
mekanizması dahilinde hareket ederler. İnsanın iradesi dışındaki bu mekanizma,
tüm varlıkların Yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın kontrolündedir.
112
Beyindeki 100 milyar hücre, 100 trilyon bağlantı
ile haberleşir. Bu bağlantı, Allah'ın dilemesiyle, elektron taşıma özelliğine
sahip çeşitli enzimlerin vesilesiyle gerçekleşir.
123
Charles Darwin
124
Fransız biyolog
Louis Pasteur
125
Rus biyolog
Alexander Oparin
127
Evrimcilerin en büyük yanılgılarından bir tanesi
de yukarıda temsili resmi görülen ve ilkel dünya olarak nitelendirdikleri
ortamda canlılığın kendiliğinden oluşabileceğini düşünmeleridir. Miller deneyi
gibi çalışmalarla bu iddialarını kanıtlamaya çalışmışlardır. Ancak bilimsel
bulgular karşısında yine yenilgiye uğramışlardır. Çünkü 1970'li yıllarda elde
edilen sonuçlar, ilkel dünya olarak nitelendirilen dönemdeki atmosferin yaşamın
oluşması için hiçbir şekilde uygun olmadığını kanıtlamıştır.
128
Evrim teorisini geçersiz kılan gerçeklerden bir
tanesi,
canlılığın inanılmaz derecedeki kompleks
yapısıdır. Canlı hücrelerinin çekirdeğinde yer alan DNA molekülü, bunun bir
örneğidir. DNA, dört ayrı molekülün farklı diziliminden oluşan bir tür bilgi
bankasıdır. Bu bilgi bankasında canlıyla ilgili bütün fiziksel özelliklerin
şifreleri yer alır. İnsan DNA'sı kağıda döküldüğünde, ortaya yaklaşık 900
ciltlik bir ansiklopedi çıkacağı hesaplanmaktadır. Elbette böylesine olağanüstü
bir bilgi, tesadüf kavramını kesin biçimde geçersiz kılmaktadır.
129
Doğal seleksiyona göre, güçlü olan ve yaşadığı
çevreye uyum sağlayabilen canlılar hayatta kalırlar, diğerleri ise yok olurlar.
Evrimciler ise doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğini, yeni türler
meydana getirdiğini öne sürerler. Oysa doğal seleksiyonun böyle bir sonucu
yoktur ve bu iddiayı doğrulayan tek bir delil de bulunmamaktadır.
130
Lamarck zürafaların ceylan benzeri hayvanlardan
türediklerine inanıyordu. Ona göre otlara uzanmaya çalışan bu canlıların zaman
içinde boyunları uzamış ve zürafalara dönüşüvermişlerdi. Mendel'in 1865 yılında
keşfettiği kalıtım kanunları, yaşam sırasında kazanılan özelliklerin sonraki
nesillere aktarılmasının mümkün olmadığını ispatlamıştır. Böylece Lamarck'ın
zürafa masalı da tarihe karışmıştır.
132
Canlıların yapılarına, özelliklerine ait her türlü
bilginin şifreli olarak saklı bulunduğu genler, mutasyonlar sonucunda bozulmaya
uğrarlar; dolayısıyla canlıların varoluşlarında herhangi bir katkılarının olması
söz konusu değildir. Mutasyonun tahrip edici, bozucu etkileri yandaki resimde
açıkça görülmektedir.
134
YAŞAYAN FOSİLLER EVRİMİ ÇÜRÜTÜYOR
Fosiller, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığının
ispatıdır. Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gibi, canlılar sahip oldukları tüm
özelliklerle bir anda var olmuşlar ve soyları devam ettiği müddetçe en küçük
bir değişiklik geçirmemişlerdir. Balıklar hep balık, böcekler hep böcek,
sürüngenler hep sürüngen olarak var olmuştur. Türlerin aşama aşama oluştuğu
iddiasının hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur. Tüm canlıları Yüce Allah
yaratmıştır.
Kretase dönemine (144 - 65 milyon yıl öncesine)
ait bu kedi balığı fosili, kedi balığının milyonlarca sene öncesinde de bugünkü
mükemmel haliyle var olduğunun bir göstergesidir.
Eosen dönemine (54 - 37 milyon yıl öncesine) ait
karaağaç yaprağı fosili, günümüzdeki karaağaç yaprakları ile aynıdır. Bu ve
bunun gibi pek çok fosil örneği canlıların birbirlerinden türedikleri
iddialarını çürütmektedir.
135
Günümüzde uçuş teknikleri açısından bilim adamları
için özel bir araştırma sahası oluşturan yusufçuk, 125 milyon yıl öncesine ait
fosilinde de bugünkü mükemmel görünümü ve özellikleri sergilemektedir.
Deniz atları hep deniz atı olarak var olmuştur.
Yaklaşık 5 milyon yıllık resimdeki fosil de bu gerçeği teyit etmektedir. Deniz
atları evrim geçirmemiş, diğer tüm canlılar gibi yaratılmışlardır.
En eski kaplumbağa fosilleri yaklaş›k 200 milyon
y›l öncesine aittir ve o dönemden bu yana bu canl›larda hiçbir değişim
olmam›şt›r. Resimde görü̈len 98 milyon y›ll›k kaplumbağa fosili de, mükemmel
detaylar› ile gü̈nü̈mü̈z kaplumbağalar›ndan farkl› olmad›ğ›n› göstermektedir.
139
SAHTE
Evrim yanlısı gazete ve dergilerde çıkan
haberlerde alttakine benzer hayali "ilkel" insanların resimleri
sıklıkla kullanılır. Bu hayali resimlere dayanarak oluşturulan haberlerdeki tek
kaynak, yazan kişilerin hayal gücüdür. Ancak evrim bilim karşısında o kadar çok
yenilgi almıştır ki artık bilimsel dergilerde evrimle ilgili haberlere daha az
rastlanır olmuştur.
143
Beyin ışığa da sese de kapalıdır. Buna rağmen en
net sesleri beynimizde duyar ve en mükemmel görüntüleri beynimizde görürüz.
Gözün ve kulağın sağladığı kusursuz algılama sistemi hiçbir teknoloji ile
başarılamamıştır. Göz ve kulak, Allah'ın yüce rahmetinin, üstün yaratma gücünün
tecellilerindendir.
146
Yediğimiz bir yemeğin, tadını, görüntüsünü,
kokusunu algılayan, Allah'ın yarattığı ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için
göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların ötesinde, düşünmek için
beyne de ihtiyaç duymaz. İnsanın beyninin içindeki birkaç santimetreküplük,
kapkaranlık mekana, tüm kainatı, üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak
sığdıran Yüce Allah'tır.
150
Geçmiş zamanlarda timsaha tapan insanların
inanışları ne derece garip ve akıl almazsa günümüzde Darwinistlerin inanışları
da aynı derecede akıl almazdır. Darwinistler tesadüfleri ve cansız şuursuz
atomları cahilce adeta yaratıcı güç olarak kabul ederler hatta bu batıl inanca
bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.
İnsanı yoktan yaratmış olan
Allah’tır. Onu ve onun etrafını saran tüm güzellikleri, farkında olduğu veya
olmadığı tüm nimetleri, bu nimetlerin en küçüğünü ve en büyüğünü sürekli olarak
yaratan ve bunların her birinde hayranlık uyandırıcı detaylar var eden Yüce
Allah’tır. Bu, Allah’ın detay sanatıdır.
Allah, sonsuz aklı ile insanların
kavrayamadıkları, henüz detaylarını keşfedemedikleri sistemler yaratmış, her
detayın içinde Kendi Yüceliğini ve kudretini gösteren daha da ince güzellikler
var etmiştir. Allah dilerse, elbette bunların tümünü giderip yok edebilir.
İnsana düşen, kendisine karşılıksız sunulan bu nimetlere şükretmek, Allah’a
muhtaç olduğunu bilmek ve yalnızca O’na yönelmektir.
Elinizdeki bu kitap, Allah’ın
ayetlerde bildirdiği bu önemli gerçeği hatırlatmak
için yazılmıştır.
için yazılmıştır.
YAZAR HAKKINDA
Harun Yahya müstear ismini
kullanan Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. 1980'li yıllardan bu yana,
imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanı sıra,
yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve
Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok
önemli eserleri bulunmaktadır.
Yazarın tüm çalışmalarındaki
ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları
Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye
sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın uygulamalarını
gözler önüne sermektir. Nitekim yazarın, bugüne kadar 63 ayrı dile çevrilen
300’den fazla eseri, dünya çapında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip
edilmektedir.
Harun Yahya Külliyatı, -Allah'ın
izniyle- 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa,
doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.